Dünya

Dünya
arkeoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
arkeoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3/10/2017

Mısır'da "Büyük Ramses"in 8 Metrelik Heykelleri çöplükte bulundu

Mısır'ın Başkenti Kahire'de iki bina arasındaki çöplük alanda Mısırlı ve Alman Arkeleogların çalışması neticesinde 3 Bin yıllık olduğu iddia edilen 8 metre boyunda iki adet heykel bulundu.

Heykelleri çöplükte bulundu

BBC Türkçe'nin haberine göre Başkentteki Mattarya bölgesinde, binalar arasındaki bir atık alanında bulunan heykellerin, milattan önce 1314 ila 1200 yılları arasında yaşayan 19. krallık firavunlarını temsil ettiği düşünülüyor.

Alman ve Mısırlı arkeologlar tarafından bulunan heykellerden birinin "Büyük Ramses" olarak da bilinen 2. Ramses'e ait olduğu sanılıyor.

8 metre boyunda olan heykellerden biri kuvarsit diğeri ise kireç taşı yontularak yapılmış.

Mısır ekibinin başındaki Aymen Ashmawy, medya mensuplarına yaptığı açıklamada, bulunan heykellerin, Ra'ya adanan Heliopolis şehrinin önemini gösterdiğini ifade etti.

Heykelleri çöplükte bulundu
Alman arkeolog Dietrich Raue ise tüm ekibin, heykellerin çamur içinden zarar görmeden çıkarılması için çalıştığını açıkladı.

Heykellerin çıkarılışı sırasında, "profesyonel yöntemler" kullanılmadığı iddiasıyla sosyal medyada çok sayıda kişi eleştirilerini dile getirdi. KAYNAK: BBC Türkçe

5/01/2013

Marmaray Kazısında bulunan çanak çömlek dünya tarihini değiştirecek nitelikte

Antik dünyanın bilinen en büyük gemi limanının bu sayede bulunacağını, dünyanın en eski 'toplu' ayak izlerinin bu proje için yürütülen çalışmalarda ortaya çıkacağını...

İnsanlık tarihinin en zengin Neolitik Çağ (Cilalı Taş Devri) buluntularını barındıracağını...

Marmaray projesinin hayali, 1902 yılına kadar uzanıyor. Boğaziçi'nin altına yapılan tüp geçit ile Asya ve Avrupa’yı denizin dibinden birbirine bağlayan, kara üzerinde 30’dan fazla istasyonla İstanbul’a alternatif bir ulaşım güzergâhı yaratan bir ulaşım projesi.

Böyle bir ulaşım projesinin hayali 20. yüzyılın başına kadar uzansa da ancak 2004 yılında somut adımlar atıldı. 76 kilometrelik bir güzergâh çizildi. Bunun 13 kilometresi denizin altında.

Fakat binlerce yıllık tarihiyle ve kültür birikimiyle dünyanın gözdesi olan İstanbul’un 'altı' elbette boş değildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dün yaptığı bir açıklamada “çanak çömlek” olarak dile getirdiği arkeolojik bulgular yerin 12 metre altında gün yüzüne çıkma şansına erişmişti.

Erdoğan, “Basit çanak çömlek hikayesi bize 4 sene kaybettirdi,” derken yiten zamandan dem vuruyor ama zamanın akışında dönüm noktalarından birini belli ki şimdilik o kadar önemli bulmuyordu.

Kazıları yakından takip edenlerin verdiği bilgilere göre bazı kazı alanları, yapılan çalışmalar “yeterli” görülerek kapatıldı.

Bu durum bazı bilim insanları tarafından normal karşılanırken, diğerleri “hükümetin baskısından” söz ediyor.

Çünkü Başbakan bundan iki yıl önce de arkeolojik buluntulara “tepkisini” dile getirmişti: “Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı bu çıktı ile önümüze engeller koydular.”
İstanbul'un yerleşim tarihi yeniden yazılıyor

Erdoğan, şu an protokolü yenilendiği için durdurulmuş olan Yenikapı kazılarının yeniden başlamasının beklendiği bir dönemde “çanak çömleği” neden gündeme getirdi bilinmez ama buluntuların değeri elbette tartışılmaz.

Kültür Bakanlığı’nın yaklaşık 10 yıldır yürüttüğü ve 60 bin metrekarelik bir alana yayılan kazılarda ortaya çıkarılanlar, İstanbul’un yerleşik yaşama geçiş tarihini bir kere daha teyit ediyor.

Dünyanın en büyük gemi filosu buluntusunu gün yüzüne çıkarılıyor ve bundan 8500 yıl öncesindeki yaşamın eşsiz ipuçlarına erişiliyor.

Arkeologlar Derneği İstanbul Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü'nde öğretim üyesi Doç. Dr. Necmi Karul, buluntular sayesinde elimize geçen yeni bilgileri anlatıyor: “İstanbul’daki yerleşik hayatın bugünden 8500 yıl öncesine dayandığını Yenikapı kazıları bir kez daha kuvvetli bir şekilde teyit etmiş oldu. 50’li yıllarda Fikirtepe, 80’li yıllarda Pendik’te yapılan kazılarda yerleşimin bu kadar eskiye dayandığını biliyorduk ama Yenikapı bize bunu bir kere daha gösterdi.”

Yenikapı kazısı sayesinde bulunan 36 gemiden oluşan gemi filosu ise dünya literatüründe belki de bir ilk. Hem buluntuların sayısının çokluğu hem dokuların bozulmadan kalmış olması büyük bir şans olarak görülüyor.

Yüzyıllar boyunca kullanılmaya devam eden Yenikapı limanının büyüklüğü ve tarihi hakkında bilgi vermesi açısından önemli. Bilim insanları ve arkeologlar, Constantinopolis’in Theodosius Limanı’nın, bu antik kentin 4 ile 7. yüzyılın başlarındaki en büyük ticari ulaşım merkezi olduğunu belirtiyorlar.

Karul, “Bu gemiler sayesinde, İstanbul’un dünya ticaret sistemi içindeki yerini, ticareti yapılan nesneleri bilme şansımız” olduğunu söylüyor.
Avrupa tarihi buradan geçiyor

Bunun yanında Bizans Dönemi'ne ait, 13. yüzyıla tarihlenmiş kilise kalıntısının, proje bitiminde tekrar kurulmak üzere duvarları kesilerek kaldırıldığı verilen bilgiler arasında.

Karul, Neolitik Çağ'ın, endüstri devrimine kadar olan dönemde yaşam biçimlerini belirleyici nitelikte olduğunu belirtiyor ve bu nedenle bu döneme ait buluntuların tarihi anlamak için önemli olduğunu vurguluyor.

Avrupa tarihi açısından da Anadolu’dan kültür aktarımını anlamaya yardımcı olacağını söylüyor.

Bunun yanında İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin internet sitesinde yer alan bilgiye göre Yenikapı kazılarında Neolitik Çağ'dan başlayıp, kesintisiz olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık tutan 35 bin eser belgelendi.
Hayvan kalıntıları müzeye

Yine Yenikapı’daki kazırlarda ortaya çıkan hayvan kalıntılarının bir müzede sergileneceği söyleniyor.

Neolitik Çağ'dan kalma yemek kalıntıları, dönemin insanının ne yediğini veya hangi gıda maddelerinin ticaretinin yapıldığını ortaya çıkarması açısından eşsiz.

Dünyanın önde gelen bilim insanlarını heyecanlandıran ve büyük bir bilgi hazinesi sunan bu kazılar tarih bilgimiz ne kadar değişecek henüz bilmiyoruz. Ama bu çalışmaların yukarıda bahsettiğimiz küçük bir kısmı bile ortaya çıkan buluntuların ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

İstanbul’un taşının, toprağının altın olmadığını geçen yıllar bizlere öğretti ama toprağının derinliklerinde büyük hazineleri gizlemeye devam ettiği kesin.bbc türkçe

2/13/2013

Peru'da din adamlarının Tanrı ile haberleştiği merkez bulundu

Peru'nun batı sahilinde bulunan bir tapınak 5000 yıllık bir tarihi gözler önüne serdi.

Arkeologlar, ana piramide kısa bir yolla bağlanan 50 metrekarelik taş yapının merkezinde bir ocak bulunduğunu, burada o dönemde yakılan ateşle din adamlarının tanrılarıyla haberleştiklerini söyledi.

Uzun yıllar önce bulunan ana piramidin yanındaki söz konusu yapının varlığını, kum ve kayaların gizlediği anlaşılıyor.

Çalışmalar sırasında yapıyı keşfeden arkeologlar, bulgunun seramik dönem öncesi olan MÖ 3500-1800 yıllarındaki toplumların benzer özelliklere sahip olduklarını gösterdiğini belirtiyor.

Arkeologlardan Marco Guillen yapının ortasındaki şekillenme hakkında "Dinlerinin ana ekseninde ateş bulunuyordu; yapının merkezinde ateş yakılıyor; din adamları bu sayede tanrı ile bağlantıya geçebiliyordu." diyor.

Çalışma, kültür bakanlığı adına yapıldı; Kültür Bakan Yardımcısı Rafael Varon, "Bulgunun, Lima çevresindeki geniş bir bölgenin And medeniyetlerinin merkezi olduğu düşüncesini desteklediğini" söyledi.

BBC muhabiri, Peru'nun adeta bir arkeoloji hazinesi olduğunu, keşfedilmeyen binlerce yapı olduğunun tahmin edildiğini aktarıyor; ne var ki muhabirimiz arkeololoji yağmacılarının da iş üstünde olduğunu belirtiyor. bbc türkçe

1/19/2012

peruda yapılan arkeolojik çalışmalarda patlamış mısırın 7000 yıldır yenildiği ortaya çıktıır

Amerikalı bilim insanları, patlamış mısırın ilk kez yaklaşık 7000 yıl önce yendiğini ortaya çıkardılar.
Peru'nun kuzey bölgelerinde arkeolojik çalışmalarını yürüten araştırma ekibinin ulaştığı yeni bulgular arasında mısır koçanları da yer aldı.

Washington Doğa Tarihi Müzesi'nde görevli bilim insanları milattan önce 4700 yılından kaldığı tespit edilen koçanların un yapımında kullandığını iddia ettiler.

Uzmanlar ayrıca koçanların bulunmasının mısırın o dönemde patlamış mısır olarak da tüketildiğini ortaya koyduğunu belirttiler.

Araştırma ekibi tarafından bulunan mısır koçanları Güney Amerika'daki en eski mısır örnekleri olarak değerlendirildi.

Washington Doğa Tarihi Müzesi'nde görevli arkeolog Dolores Piperno mısır tarımının 9000 yıl önce ilk kez Meksika bölgesinde yapıldığını belirtti.

Piperno mısırın besin maddesi olarak kullanılmasının, toprak işçiliğinin Güney Amerika'da ortaya çıkmasının öncesine dayandığına dikkat çekti.

Dolores Piperno mısırın bu dönemdeki beslenme alışkanlıkları içinde ağırlıklı bir yeri olmadığını belirtti.

Paredones ve Huaca Prieta bölgesinde yapılan kazı çalışmalarının sonuçları Ulusal Bilimler Akademisi'nin akademik dergisinde (Proceedings of the National Academy of Sciences) yayınladı. 

9/03/2011

kayıp troia hazinesini yunanistana kaçıran alman arkeologun sırrı çözüldü

Çanakkale'ye bağlı Tevfikiye Köyü sınırlarındaki Troia Antik Kenti'nden Alman arkeolog Schliemann'ın bulup kaçırdığı hazinelerin gizemi çözüldü. İzzettin Efendi'nin yürüttüğü soruşturma sonunda Dahiliye Nezareti'nce kaleme alınan belge, Schliemann'ın Troia Kralı Priamos'a ait olduğunu söylediği hazineleri Atina'ya ne zaman, kaç kerede, kimlerin yardımıyla ve nasıl kaçırdığı konularındaki şüpheleri ortadan kaldırdı.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Rüstem Aslan ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Sönmez, arkeolog Schliemann ile ilgili uluslararası arkeolojik araştırma makalesi hazırlamak için iki yıl önce çalışmalara başladı. İki öğretim üyesi, Schliemann'ın 'Priamos Hazineleri' olduğunu ileri sürdüğü hazinelerin kaçırılışıyla ilgili arşivlerde ne kadar belge varsa hepsini tek tek taradı. Osmanlı arşivlerinden çıkan bir belge hazinelerin kaçırılışıyla ilgili pek çok bilinmeyene ışık tuttu. Troia hazinelerinin Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında Yunanistan'ın Atina kentine kaçırılışının ardından olayla ilgili Osmanlı Devleti'nin başlattığı soruşturmanın belgeleri gün ışığına çıktı. Dahiliye Nezareti'nce 24 Temmuz 1874 tarihinde Osmanlıca olarak kaleme alınan belge, olayla ilgili sır perdesini ortadan kaldırdı.

SCHLIEMANN HAZİNELERİ ÜÇ PARTİDE KAÇIRMIŞ
ÇOMÜ öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Sönmez, Osmanlı Arşivi'nde ortaya çıkan belgenin Schliemann'ın hazineleri kaçırması ile ilgili olarak Osmanlı Devleti'nin açtığı soruşturmanın detayları hakkında bilgiler verdiğini söyledi. Sönmez, "Osmanlı Devleti, Schliemann hazineleri Atina'ya kaçırdıktan sonra hemen soruşturma başlatmış. İzzettin Efendi'yi de bu soruşturma kapsamında görevlendirmiş. Soruşturma sonunda, Dahiliye Nezareti'nce hazırlanan belgede, Schliemann, "Hükümet tarafından tayin edilen Emin Efendi'nin memuriyeti zamanında çıkarılmış olan eşyaları 1873 senesi Nisan ayı başında ve aynı senenin Mayıs ayı sonunda olmak üzere iki kez, Kumkale nahiyesinde bulunan Karanlık Liman isimli yerde, kereste yüklemek üzere gelmiş olan Yunanlı kaptan Andreya'nın gemisine koyarak kaçırmıştır. Üçüncü kez ise, hafif olup da koyun ve koltuğa sığabilen altın mücevherleri ise bir kasa içerisinde ve kendisi ile yanındakiler ceplerinde olarak Kumkale İskelesi?nden Abdullah reisin kayığıyla Kale-i Sultaniye gümrük idaresine getirip oradan Atina'ya götürmüştür' denmekte. Bu ifade, Schilimann'ın Troia'da bulduğu hazineleri tek değil, üç seferde kaçırdığını gözler önüne seriyorö dedi.

HAZİNELER 50 BİN FRANK'A GİTTİ
Yrd. Doç. Dr. Ali Sönmez, Schliemann'ın hazineleri kaçırmasının ardından Osmanlı Devleti'nin hazinelerin peşine düştüğünü, ancak geri almakta başarılı olamadığını söyledi. Sönmez, "Osmanlı Devleti, hazineler için Yunan hükümetine başvurmuş. İşi takip etmek için de o dönemin müze müdürü Dethier'i görevlendirmiş. Bir avukat atanmış. Yunanistan'daki ilk mahkeme Mart ayında başlamış ve Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanmış. Daha sonra Osmanlı Devleti itiraz etmiş. Yüksek mahkemeye giderek bu kararını iptal ettirmiş. Hemen akabinde Schliemann'ın evine bir haciz gelmiş. Ama bu durumu önceden Yunan hükümetinden öğrendiği için hazineleri evinden kaçırdığını tahmin ediliyor. Daha sonra Osmanlı Devleti 9 ay süren süren mahkeme sürecinin ardından bu işi anlaşma ile neticelendirmek zorunda kalmış. Schliemann, Osmanlı Devleti'ne 50 bin Frank ödemiş ve dava kapanmış. Oysa, Osmanlı, başlangıçta 1 milyon Frank'ın üzerinde bir para istemiş. Ama o günün şartlarında bunu elde etmek imkansız olduğundan Osmanlı Devleti 50 bin Frank'ı kabul etmek zorunda kalmış" dedi.

BELGE TROİA HAZİNELERİNİN SIRRINI ÇÖZÜYOR
ÇOMÜ öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Rüstem Aslan ise, hazinelerin ne zaman, nereden, kaç kerede, kimler tarafından ve nasıl kaçırıldığı konularına açıklık getirmesi ve Osmanlı Devleti'nin hazineler kaçırıldıktan hemen sonra konuyu aydınlatmak için takındığı ısrarcı tutumu anlatmasının belgeyi iki açıdan önemli kıldığını belirtti. Troia hazinelerinin kaçırılışıyla ilgili pek çok konunun uzmanlar tarafından halen tartışıldığına dikkat çeken Doç. Dr. Aslan, bu belgenin, bunun tek bir büyük hazine olduğu ve bir kısmının Troia'da bulunmadığı yönündeki iddiayı çürüttüğünü söyledi. Doç. Dr. Rüstem Aslan, "Şimdiye kadar, Schliemann'ın 31 Mayıs'ta Troia'da önemli bir hazine bulduğunu, ve bunu Calvert'in çitliğine yolladığını, ardından da Atina'ya kaçırdığını ve karısı Sophia Schliemann'nın hazineler bulunurken iddia edildiği gibi Troia'da olmadığını biliyorduk. Aradan onca yıl geçmesine rağmen hazinelerin bir kısmının gerçekten Troia'da bulunup bulunmadığı konusunda hala şüpheler vardı. Bir iddiaya göre, buluntular bir tek büyük hazineydi ve 31 Mayıs'ta bulunup kaçırıldı. Bir başka iddiaya göre ise, buluntular küçük küçük hazinelerdi ama Schliemann sansasyon yaratmak için büyük hazine bulduğunu söylüyordu. İşte bu belge, Schliemann'ın Troia'da 1873 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında küçük küçük hazineler bulup, bunları üç ayrı seferde kaçırdığını ve hazinelerin tek bir büyük hazine olmadığını ortaya koydu. Ayrıca hazinelerin hepsinin Troia'da bulunduğunu gösterdi. Bu da Troia hazinelerinin sırrını çözüyor" dedi.

Aslan, kesin cevabı veren bu belge doğrultusunda hazırlayacakları daha geniş bilgilerin yer aldığı arkeolojik araştırma makalesini, uluslararası alanda kamuoyunda duyurmak için Almanca ve Türkçe olarak yayınlayıp kamuoyu ile paylaşacaklarını da kaydetti. Bir arkeolog olarak hazinelerin çıktığı yerde sergilenmesi gerektiğini de savunan Aslan, ihale aşamasına gelen Troia Müzesi'nin, hazinelerin geri dönme umudunu güçlendirdiğini de belirtti.

8/30/2011

reenkarnosyana inanan hollandalı çift nemruttaki heykelleri biz yaptık

Bakan Günay’ın “2 bin yıllık heykeller Nemrut Dağı’nda yıpranıyorlar, aşağıya indireceğiz” sözleriyle başlayan Nemrut tartışması ilginç bir boyuta ulaştı.
İddiaya göre bu projenin destekçileri arasında reenkarnasyona inanan ve o dönemde yaşadıklarını söyleyen Hollandalı bir çift var.

Hürriyet Gazetesi'nin haberine göre, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Nemrut’taki heykelleri taşıyacağını açıklamasının ardından, ODTÜ Kommagene Nemrut Koruma Geliştirme Programı ekibinin Koordinatörü Prof. Dr. Neriman Şahin Güçhan’dan ve eski Kahta Kültür ve Turizm Müdürü Mahmut Arslan’dan ilginç iddialar geldi.

"HEYKELLERİ EŞİM YAPTI"
Nemrut’ta sürekli bir “Hollanda baskısı” olduğunu vurgulayan Güçhan, “Eskiden Nemrut’ta çalışma yapan Hollandalı Maurice Crijns ve eşi Olga Crijns var. Reenkarnasyona (yeniden doğuş) inanan bir adam, kitabı var. Kendisinin ve eşinin, Kommageneler döneminde yaşayıp, heykelleri mimar eşi Olga Crijns’ın yaptığına inanıyor” diyerek şunları aktardı:

"ÇOK PARALARI VAR"
“Antiochos’un mezar odasına henüz girilemedi. Ona girilmesi arkeolojik dünya için önemli. Hollandalılar, yıllardır, mezar odasını bulma peşindeler. Bu kişilerin de amacı bu. Geçmiş dönemde, Türkiye’nin kültür bakanı, alanı teslim etmiş. 2005’te de geri almış. Biz ondan sonra devreye girdik. Fakat onlar, tekrar burayı almak istiyor. Onun için ‘Çok paramız var’ diyerek geliyorlar. Anladığım kadarıyla arkalarında da bu işi yapmalarını destekleyen, Türkiye’den kuvvetli siyasetçiler var. ‘Projesinin ne olduğunu bilmeden, ODTÜ bu işi yapamaz, Hollandalılar yapar, Türkiye bu işe para ayıramaz’ gibi savlarla tavır gösteriliyor. Kamuoyu bulandırılıp bu iş yapılamaz havası verilmeye çalışılıyor.”

"İMİTASYON İŞİNE SİYASETÇİ GİRDİ"
Eski Kahta Kültür ve Turizm Müdürü Mahmut Arslan ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bir mektup yazarak “Amaç Nemrut Dağı Zirvesi’ndeki Kral I. Antiochos Theos’un anıt mezarına girmektir” dedi. Cumhurbaşkanlığı’ndan iddiaların inceleneceğine dair yanıt alan Arslan şöyle konuştu: “İmitasyon projesi Almanya’da bir firmaya yaptırılmak isteniyor. Bunun perde arkasında siyasi bir isim var. Devletten 40-50 milyon dolar alıp, heykellerin imitasyonlarını koymayı planlıyorlar. Bu bir ranttır. İmitasyonları yapacaklar belli. Önünü açmak için bir aslan horoskopunun kopyasını yapmışlar. Geçen temmuzda getirmişlerdi, geri götürdüler. 168 bin Euro’ya vereceklerdi. Buraya UPS kargosuyla getirmişler.”

HOLLANDALILARI KOVDUK
“Biz bir reenkarnasyon hikayesini burada yaşadık. 2001-2003’te, kazı yapan Hollandalı çifti kovdum, bana 30 bin Euro teklif ettiler. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ve milletvekillerine yazdık. El koydular ve eski Bakan Atilla Koç müdahale ederek, kazıları ellerinden aldı. Sürekli sürülüyorum zaten, oradan oraya gidiyorum ama ben ondan korkmuyorum. Bakanın uykusu kaçıyorsa gitsin uyku ilacı alsın.”