Dünya

Dünya

4/25/2010

İSMAİLAĞA CEMAATİ’NİN KODLARI

Bireysel ve toplumsal hak ve özgürlüklerin, ulus egemenliğinin, insan haklarına dayanan demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletinin, Cumhuriyetin ve bunları düzenleyen Anayasa’nın güvencesi olan “Anayasa Mahkemesi” ile

Cüppeli Adalet

yargı bağımsızlığının anahtarı olan “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”nun yapısını 12 Eylül Anayasası’ndan daha geriye götüren; demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurları olan siyasi partileri, yargı yerine “çoğunluk partisi”nin eline teslim eden Anayasa değişikliklerini anlatmak için “cüppeli adalet” başlığını düşünmüştüm. Zaten “tam olmayan” yargı bağımsızlığının tümüyle zedelenmesi, hatta yargının egemen siyasetçe ele geçirilmesi girişimlerine karşı, bu makamları simgeleyen ve aynı zamanda eşitliği anlatan cüppenin, “adalet” sözcüğüyle buluşması çok anlamlı olacaktı. Başbakan’ın, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerini görev ve yetkileri gereği savunan yargı mensuplarına, “cüppelerini çıkarıp siyaset yapmalarını” önermesi de bu başlığın önemini artıracaktı.

Ancak, Araştırmacı Gazeteci İlhan Taşçı’nın “Cüppeli Adalet” adlı kitabını (Cumhuriyet Kitapları, İnceleme, 424 sayfa, 2009) okuyunca garip bir duyguya kapıldım. İddianameler, davalar, tutuklamalar, uzun tutukluluk süreleri, usul hükümleri, Anayasa değişiklik paketi, güdümlü yargı, katılım, görüşme, uzlaşma, demokrasi tartışmaları arasında boğulup giderken, adı, kapak resmi ve belgesel içeriğiyle “buz gibi çarpan” kitap, tartışmaları bir yana bırakıp gerçeği su yüzüne çıkarıyor. Araştırmacı gazetecilik deneyimini, yazarının sağlam ama alçak gönüllü duruşuna koşut olarak yansıtıyor ve tarihe de kimi ilklerin notunu düşüyor. Okurken, “Gerçekten mi? Bu kadar da olmaz” diye şaşkınlığınızı gizleyemiyorsunuz.

Yargı alanında kullanımı mevzuatla düzenlenen “cüppe”, yargı bağımsızlığı ve savunma dokunulmazlığıyla özdeşleşmiş bir giysi. Bu yönden bakıldığında cüppe ile adalet özdeşleşmesinde de olağan dışılık yok. Ancak, kitabın “Cüppeli Adalet” adı “Hükümet-Cemaat Kuşatması” küçük adı ve kapak resmi ile buluşunca daha içinde yazılanlar okunmadan, okuyucunun kafası karışıyor, merakı artıyor.

Müftü cinayetinden camide bıçaklı saldırı ve yaralamalara, yolsuzluk iddialı dava dosyalarından taciz ve tecavüz iddialı soruşturmalara kadar, tartışmalı pek çok olayın odağında yer alan İsmailağa Cemaatini, okurlarımız basından tanıyor. Ancak, bu kadarla yetinmemek, biraz derine inmek ve ülkemizde yaşananlarla bağlantıları incelemek gerekiyor.

Cemaatin, seçimlerde destekleme kararı aldığı AKP hükümetinden başı sıkıştığı ilk anda bile başbakan yardımcısı düzeyinde “ilgi ve alaka” gördüğü biliniyor. Onun içindir ki, İsmailağa ve Fethullah Gülen cemaatlerinin hesaplarının mercek altına alınmak istenmesi ortalığı ayağa kaldırıyor ve ardından Cumhuriyetin “ilk”ler tarihi yazılmaya başlanıyor: Adalet bakanının “emriyle” bir savcı, ilk kez bir Cumhuriyet başsavcısının makamını basıp kendisini gözaltına alıyor. Polis ve jandarmaya bir başsavcının emirlerine uyulmaması talimatı veriliyor... Cemaatleri soruşturan Cumhuriyet başsavcısı, tarikatlara “tuzak” kurmakla, cemaatler hakkında istihbarat toplayan MİT elemanları ise cemaat üyelerini “fişlemekle” suçlanıyor! Savcının emriyle cemaat soruşturmasında yer alan askerler hakkında ise “terör örgütü üyesi” oldukları gerekçesiyle dava açılıyor; hepsi hapishanelere konuluyor...

Yaşanan hesaplaşmada cemaatin neden bu kadar güçlü olduğu ise, cemaat liderinin “AKP bizi korumak zorundadır... Kimse riyakârlık yapmasın...” sözleriyle apaçık ortaya çıkıyor...
İşte İlhan Taşçı kitabında, cemaatleri özellikle siyasal ve parasal yönüyle soruşturmak isteyen Cumhuriyet savcıları ile cemaatleri destekleyenler arasındaki sert savaşımı, bilinen ve bilinmeyen yönleriyle, belgelerle anlatıyor.

Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in İsmailağa cemaatine yönelik soruşturmaya başlamasının ardından yaşanan sürecin ilk belge ve bilgilerini haberleştirmesi nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından 2009 yılı siyasi haber dalında gazetecilik başarı ödülüne değer görülen Sevgili Taşcı, kitabı yazma nedenini şöyle dile getiriyor: “Yaşananları herkes kendi istediği gibi görmeye ve yorumlamaya devam ediyordu; ediyor... Bir gazeteci olarak olabildiğince yansız bir biçimde, ulaşabildiğim belgeler ve edindiğim bilgiler ışığında, yaşananların bütün boyutlarını tarafsız bir gözle ortaya koymaya çalıştım. Çünkü gazetecinin işi, yaşananları yalnızca kenardan izlemek değildir. Topluma ve tarihe karşı vicdan borçlarımız ve sorumluluklarımız da göz ardı edilemez.”

Kitap, Erzincan-Erzurum arasında yaşanan süreçteki tartışmaların odağında yer alan İsmailağa’nın geçmişten bugüne kadar anıldığı soruşturma ve dosyalardan örneklerle başlıyor; ilk tarikat-ticaret kavgasına da yer veriliyor. Cemaatin kabarık suç dosyasının ardından ilkokul öncesi çocuklara yönelik yaptığı eğitimin Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen incelenmeye başlandığı 2 Kasım 2007 tarihinden, İlhan Cihaner’in tutuklanarak cezaevine konulmasına kadar yaşanan gelişmeler, gün gün belgeler ve yazışmalar ışığında anlatılıyor.

23 Şubat 2009 tarihinde ilk gözaltı emirleri verilip de 29 kişi gözaltına alındığı gün Erzincan Başsavcısı’nı Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in aramasının, aslında yürütülmekte olan soruşturmanın hedefinin nerelere kadar ulaşabileceğini göstermesi açısından altı çiziliyor. İlhan Taşcı, cemaatin Başbakanlık düzeyinde ilgi görmesinin nedeninin yalnızca siyaset ile tarikat ilişkisinin değil asıl öne çıkanın “parasal ilişkiler ve dengelerin” belirleyici olduğu görüşünde. Kitapta, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in İsmailağa cemaatine ilişkin girişimlerin alttan alta sürdüğü günlerde, Fethullah Gülen cemaatine yönelik soruşturmaya da başladığı, bu soruşturma sürecinde atılan kimi adımların başsavcının cezaevine gidiş sürecini de hızlandırdığı değerlendiriliyor.

İlhan Taşcı’ya göre, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in tutuklanmasıyla Türkiye iki kutuplu hale dönüşüyor: Tutuklamayı alkışlayanlar bir yanda, onu “rejime yönelik saldırı” olarak algılayanlar öte yanda... Başsavcılar tutuklanıyor, ordu komutanları cezaevine konuyor, kozmik odalar aranıyor... İktidara göre, Türkiye yola devam ediyor, her yeni adımda –yani tutuklama ya da gözaltında– Türkiye demokrasiye doğru koşuyor!

Af Dağının Ardındaki AKP (2. Basım, 2005), Bir AKP Belge'seli: Maskesiz Soygun (13. Basım, 2009), Babam Sağ Olsun (4. Basım, 2009), Telekulağın Duydukları/Kulak Misafiri (2009) kitaplarının da yazarı olan İlhan Taşcı, Cüppeli Adalet kitabında, “Bugünden yarına; kısıtlama, sınırlama, yasaklama, tutuklamalar ve insan acıları üzerinden özgürlüğe ulaşılıp ulaşılmayacağına ilişkin öngörüyü” okurlara bırakıyor. 47 yıllık Avukat Turgut Kazan ise “Cihaner’in anlattıklarından dehşete kapıldım ve davayı aldım” diyor.

“Cüppeli Adalet” kitabı okununca, yargı bağımsızlığı, savunma dokunulmazlığı, eşitlik ve adaletle özdeş “savcı, avukat ve yargıç” cüppesinin, “siyasal yönetim-cemaat” cüppesiyle değiştirilmemesi için Anayasa’nın yargı bölümünde yapılmak istenilen değişikliklerin özünü yakalamak ve bu değişikliklere karşı çıkmak gerektiği bir kez daha net olarak ortaya çıkıyor.


Ali Rıza Aydın
Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü
Odatv.com

Hiç yorum yok :
Write yorum

Ne düşündüğünüzü bize söyleyin ... !