Denizin altında yanardağ patlaması gerçekleşti patlama sonucunda bir ada battı ama onun yerine üç katı büyüklüğünde bir ada meydana geldi.
Büyük Okyanus'taki Tonga Takımadaları'nda patlayan bir denizaltı yanardağı, krallığı oluşturan 172 adadan birini batırdı.
Yanardağın püskürttüğü lavlardan, batan adanın üç katı büyüklüğünde yeni bir ada oluştu.
Tonga Jeoloji Dairesi'nden Taaniela Kula, yeni adanın 100 metre genişliğinde ve 400 metre uzunluğunda olduğunu ve batan Lateiki Adası'nın 120 metre batısında yer aldığını söyledi.
Denizaltı volkanında geçen ay başlayan faaliyetin 18 gün sürdüğü belirtiliyor.
Tonga Krallığı, sık sık depremlerin meydana geldiği Pasifik Ateş Çemberi'nde yer alıyor.
Yeryüzündeki depremlerin yaklaşık yüzde 90'ı, Şili'den Yeni Zelanda'ya büyük bir alanı kapsayan bu kuşakta gerçekleşiyor.
2014'te de yine bir denizaltı volkanının faaliyete geçmesi sonucu yeni bir ada daha oluşmuştu.
Amerika Birleşik Devletleri başkanı Donald Trump'ın Erdoğan'a mektubu Amerika'da tartışma yarattı: 'Acaba Türkler Amerika ve Amerikan Başkanı hakkında ne düşünmüştür?' tartışması başladı.
Amerika Başkanı Donald Trump'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a 9 Ekim'de yazdığı ve bu hafta içinde ortaya çıkan mektup; içeriği, üslubu ve kamuoyuyla paylaşılma biçimiyle ABD'de büyük bir tartışma yarattı.
Mektubu ilk olarak Fox News sunucularından Trish Regan'ın Twitter üzerinden paylaştı. Birçok gazeteci, mektupta yer alan ifadelerin yarattığı şaşkınlık nedeniyle, doğruluğunu Beyaz Saray ile teyit etmeleri gerektiğini söylüyor.
Mektupta, Trump, Erdoğan'a Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik askeri bir operasyona kalkışmadan, müzakere yoluyla bir anlaşma yapma çağrısında bulunuyor ve "Eğer bu işi doğru ve insani bir şekilde yaparsanız tarih de sizi iyi yazar. Eğer iyi şeyler olmazsa, sizi sonsuza dek hep bir şeytan olarak görürler. Sert adamı oynama. Aptallık etme! Seni sonra arayacağım" diyor.
BBC Türkçe'ye konuşan üst düzey bir hükümet yetkilisi, "diplomatik nezaketten yoksun" olarak tanımladığı mektubun, Erdoğan tarafından reddedilerek çöpe atıldığını söyledi.
MSNBC kanalının Baş Politika Analisti Nicolle Wallace, sunuculuğunu yaptığı "Deadline: White House" adlı politika tartışma programında, mektubun tam metnini okuduktan sonra, "Bu mektup o kadar acayip ki, Beyaz Saray'dan doğruluğunu teyit etmem gerekti" yorumunu yaptı.
Wallace daha sonra Ankara'da bulunan muhabirleriyle canlı bağlantı sırasında ilk olarak, "Türkler, şu anda Amerika ve Amerikan başkanı hakkında ne düşünüyor acaba?" sorusunu yöneltti.
'Trump'ın mektubunu şaka sandık'
Mektuptaki ifadelere duyduğu şaşkınlıktan sonra teyit ettirme ihtiyacı duyan bir diğer gazeteci CNN'in Washington Başmuhabiri Jack Tapper, dün canlı yayın sırasında, "Mektubu ilk gördüğümde şaka sandım, sahte olduğunu düşündüm. Sonra Beyaz Saray Sözcüsü'ne yolladım ve bana gerçek olduğunu söyledi" dedi.
Aynı programda bu değerlendirme üzerine söz alan CNN Politika Muhabiri Sara Murray, olayın ciddiyetinden dolayı mektuptaki ifadelere gülmek istemediğini belirterek, bu mektubun Trump'ın birebir görüşmelerde dünya liderlerine nasıl yaklaştığını gösteren önemli bir örnek olduğunu ifade etti.
İngiliz Times gazetesinin Diplomasi Muhabiri Catherine Philip, "Şunu bir hazmetmemiz lazım: Trump'ın Erdoğan'a yazdığı gerçek bir mektubun, aslında şaka olduğunu sandık" dedi.
ABD'de iddia kontrolü ve doğrulaması yapan bazı yayınlar, Trump'ın Erdoğan'a gerçekten böyle bir mektup yazıp yazmadığıyla ilgili doğrulama incelemesi yaptı.
Amerikalı Tarihçiler ve uzmanlar: Utanç verici
ABD politikası uzmanları ve tarihçiler, başkanın bir başka ülke liderine yazdığı mektupların tamamının resmi belge statüsü kazandığını ve arşivlendiğini belirtiyor. Uzmanlara göre, normal şartlar altında mektuplar başkan tarafından, ekibinden bu tarz yazışmaları yapmakla sorumlu kişiye verilecek mesajlar anahatlarıyla anlatılır, bu mesajlar diplomatik yazışma teamüllerine uygun bir şekilde taslak halinde getirilir ve daha sonra hem Başkan hem de konuyla ilgili diğer yetkililerle paylaşıldıktan sonra nihai halini alır. Daha sonra da resmi bölge muamelesi görerek, gönderileceği yere iletilir ve arşivlenir.
Uzmanlar ve tarihçiler, Trump'ın bu mektubunun bugüne kadar teamüllere aykırı olduğunu ve Başkan'ın başka kimseye danışmadan "mektubu dikte ettirerek, yazıp göndermiş gibi" göründüğünü söylüyor.
Eski Başkanlar George W. Bush ve Barack Obama döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulunan Kelly Magsamen, attığı Twitter mesajında, Trump'ın mektubunu "utanç verici" olarak nitelendirdi.
Magsamen, "ABD başkanı tarafından yabancı liderlere yazılmış bazı mektupların hazırlık sürecinde yer almış biri olarak, size bunun normal olmadığını söylemek isterim. Utanç verici" dedi.
New York Üniversitesi'nden ABD başkanları tarihçisi Timothy Naftali, normal şartlar altında başkanların kendileri adına metinleri kaleme alan yazarlar ve iletişim uzmanlarıyla çalışarak, "bir ABD başkanından beklenecek kadar dolu içeriğe ve zarafete sahip, titizlikle yazılmış metinler" ortaya çıkarmaları gerektiğini söyledi. ABD basınına konuyu değerlendiren Naftali, Erdoğan'a yazılan mektubun "bir amatörün elinden çıkmış" gibi göründüğünü belirtti.
ABD basınına mektubu değerlendiren Naftali, "Kendisine tavsiye ya da fikir verilmesini kabul edemeyen Trump, bugüne kadar selefleri tarafından korunan ve o koltuğa oturan kişinin ne kadar hatalı olursa olsun Amerikan başkanlığı makamının her zaman profesyonel kalmasını sağlayacak mekanizmaları da sistemli bir şekilde ortadan kaldırdı. Erdoğan'a yazılan mektup, Amerikan devletine ait olma özelliğini taşımayan ve bir amatörün elinden çıkmış bir ürün" dedi.
'Mafya babaları gibi tehditkar bir üslup kullanıyor"
Mektubun ortaya çıkma biçimi ve içinde kullanılan üslup da tartışma yarattı ve eleştiri topladı.
Vox'un Ulusal Güvenlik Muhabiri Alex Ward, mektubu "diplomasi tarihinin en hayret verici mektuplarından biri" olarak tanımladı.
Ward, nezaket ve başkanın iletişim kurallarının her birinin ihlal edildiğini belirterek, mektubu "saygısız, çirkin ve her türlü diplomatik nezaketten uzak" olarak tanımladı.
Washington Post'a bir makale yazan, George Washington Üniversitesi Öğretim Üyesi Henry Farrell ve Georgetown Üniversitesi Öğretim Üyesi Abraham Newman, Trump'ın kırmızı çizgilerini "mafya babalarını anımsatan tehditkar bir üslupla" belirlediğini yazdı.
Farrell ve Newman, Trump'ın mektubunda hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği tehditler savurduğuna da dikkat çekti.
Bloomberg analistlerinden Jonathan Bernstein de mektup konusunda kendisini en çok etkileyenin, Trump'ın bunu Kongre liderlerine dağıtacak kadar büyük bir başarı sanıp, yazdığı mektupla "böbürlenmesi" olduğunu belirtti.
Mektup, Trump'ın önceki gün Suriye konusunda Kongre liderleriyle yaptığı toplantıda Türkiye'nin askeri operasyonuna yeşil ışık yakmadığını ispatlamak için Erdoğan'a "ağır" bir mektup yazdığını söylemesinin üzerine ortaya çıktı.
Trump daha sonra, Temsilciler Meclisi'nde azınlık lideri Cumhuriyetçi Kevin McCarthy'den mektubun kopyasını masadakilere dağıtmasını istedi. Mektup Kongre üyeleriyle de paylaşıldıktan kısa bir süre sonra basına sızdı. KAYNAK: BBC Türkçe
Birçok insan, Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı İstanbul’un, yeni devletin de başkenti olmasını istiyordu. 13 Ekim 1923’te, İsmet Paşa’nın imzasıyla verilen bir maddelik yasa önerisi, Meclis’te uzun tartışmalardan sonra kabul edildi. Yasa şöyleydi: ‘Türkiye Devleti’nin yönetim merkezi Ankara şehridir’. İstanbul basını, saray artıkları, gizli-açık karşıtçılar ve yabancılar yasaya karşın, Ankara’nın başkent olmasını istemediler ve gözdağı içeren görüşler ileri sürdüler.
Atatürk, kent olarak sevdiği İstanbul’da, varlığını hala sürdüren işbirlikçi birikimin gücünü biliyor, Anadolu’nun gerçek kurtuluşunun bu gücü dağıtmaktan geçtiğine inanıyordu.
Azınlıklar gitmişti ancak dışarıyla bütünleşmeye her zaman hazır olan devşirme anlayışı; iş çevrelerini, finans gücünü ve basını yönetmeyi sürdürüyordu.
Ankara başkent olduğunda; Galata sarrafları devlet yönetimi üzerinde artık etkili olmayacak, asalak çıkarcılar bakanlıklara üşüşemeyecek, Avrupa, isteklerini Türkiye’ye artık kolayca kabul ettiremeyecekti.
Oysa, kerpiç evleriyle büyük bir köy durumundaki Ankara’yı, başkent yapmak hiç kolay değildi.
Ancak, geleceğin Türkiyesini yaratmak, insanlara ruh ve direnç gücü kazandırmak ve yüzyıllardır ezilen Anadolu insanına özgüven vermek için, yeni Türk devletinin merkezi Ankara olmalıydı. Bunun anlamı, başkent belirlemenin çok ötesindeydi.
Başkentin İstanbul’dan Ankara’ya getirilmesinin öncülüğünü tek başına Mustafa Kemal yaptı. Anadolu’yu temsil eden Ankara halkı, Milli Mücadele’de ‘bağrını açmış’, en güç günlerinde ona bağlı kalmıştı. Seğmenler’in 28 Aralık 1919’da verdiği ve sonuna dek sadık kaldığı ‘yiğit sözünü’ unutmuyordu.
Yeni devleti, Anadolu’nun 'Türk geleneklerini canlı tutmuş, güvenilir insanları arasında kurmak istiyordu. Ankara, devrimin doğum sancılarını çekmiş, yeniliğin simgesi olmuştu. Kaygı dolu günlerin, işgal heyecanlarının, uykusuz gecelerin ve yeniliklere doğru uzanan yolların izlerini taşıyordu. Devrimci Mustafa Kemal, burada rahat ettiğini hissediyordu.
Ayrıca ruh yapısı olarak Ankara, Kurtuluş Savaşı içinde, eylemsel olarak başkent olmuştu zaten. Bunu, “Ankara kendisini merkez yapmıştır, istila onun kapısında durduruldu” sözleriyle dile getiriyordu.
‘Ankara’da kalmak gerekir’ diyerek, çok güç bir işe girişti. Hiç kimse İstanbul’u bırakıp, yoksunluklar içinde, sosyal yaşamı olmayan; evsiz, ışıksız, yolsuz, susuz ve kıraç bir Anadolu kasabasına gelmek istemiyordu.
İstanbul’da işsiz kalıp Ankara’ya memurluk bulmaya gelenler az değildi. Girişilen işin gerçek boyutunu kavrayamayan bu insanlar, her zaman geri dönme ümidiyle, ‘beş on memur, bir kerpiç odada yaşayarak’, dönmek için gün sayıyordu.
Ankara’da, ‘eski Türk mahallelerinin güzelliğinden ve Türk kentlerinin bilinen zerafetinden’ iz kalmamıştı. Burada artık, “ne çınarların gölgesinde kahveler, ne çağıldayan sularıyla havuzlu mekanlar, ne de aşkla işlenmiş bir mimarinin sanat hazineleri” vardı.
Atatürk, Ankara’nın, çağın gereklerine uygun olarak kurulup gelişmesi için çok uğraştı. Başkent kararından kent tasarımlarının hazırlanmasına, inşaatların yapımından kaynak yaratmaya, kültürel yapılanmadan yeşil alan oluşumlarına dek hemen her işle, her aşamada ilgilendi. Giriştiği işin, getirmeye çalıştığı yeni düzen için ne anlama geldiğinin bilincindeydi. Başarmak zorunda olduğu güç iş, kendisinden çok, kurmakta olduğu devlete saygınlık kazandıracaktı.
‘Bir devlete başkent seçmenin, bir orduya karargah seçmek olmadığını’, herkesten çok, o biliyordu. Kent yaşamı; geleneklerin zaman içinde yenilenip geliştiği ve ortak yaşam koşullarının insanlara kimlik kazandırdığı süreçler toplamıydı.
Kent ise, kuşaklar boyu oluşan kültür merkezleri, insanlar arası ilişkilerin yoğunlaştığı toplumsal yaşam alanlarıydı. İlişki yoğunluğu ne denli çok ve çeşitli ise, o yerleşim birimi o denli kentleşmiş demekti.
Konuyla ilgili herkesle tartıştı, edindiği bilgileri inceledi, yerli-yabancı uzmanlarla görüştü, yazanaklar (raporlar) hazırlattı. Geleceği olan bir yerleşim biriminin, ancak nitelikli bir tasarımla yaratılacağını biliyor, Ankara’ya kent tasarımcıları çağırıyordu.
Prof.Jonsen’e yaptırdığı imar planı, vurguncu (spekülatif) baskılara karşın, onun özel ilgisi sayesinde fazla ödün verilmeden uygulandı; Ankara gelişimine, tasarlı bir kent olarak başladı.
“Arsa vurgunu, kent planlarının baş düşmanıdır” diyor, arsa ticaretini önlemek için önlem aldırıyor, yakın çevresini o günlerin kârlı işi arsa ticaretine girmemeleri için uyarıyordu.
Plan gereği, kamu binalarının Bakanlıklar bölgesine toplanması söz konusu olunca, Meclis’teki spekülatörler uygulamaya karşı çıkmışlar, “bir hava saldırısı çıktığında hepsi yıkılır gider” gibi gülünç gerekçeler ileri sürmüşlerdi.
Konu ona iletildiğinde, karşı çıkışın amacını bildiği için gülerek, “hepsini ayrı yerlerde savunacağımıza, tümünü bir arada savunuruz” demişti. KAYNAK: kuramsal aktarım