Dünya

Dünya
sosyalist etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sosyalist etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5/20/2012

Vietnam bağımsızlık hareketinin önderi ho amca'nın doğum günü

Hồ Chí Minh (Vietnamca söylenişi: [hô cǐ miɲ]; 19 Mayıs 1890 – 2 Eylül 1969) Vietnam bağımsızlık hareketinin önderi ve Vietnam Demok­ratik Cumhuriyeti'nin ilk başkanı olan Ho Chi Minh, halkı tarafından sevgiyle "Ho Amca" olarak anılır.

Vietnam'da, o dönemde Fransız Çinhindi'nin egemenliği altındaki Nghe An'da doğan Ho Şi Minh'in asıl adı Nguyan That Thanh'dı.

Öğrencilik yıllarında ülkesindeki Fransız yönetimine karşı yürütülen eylemlere katıldı. Ülkesinden ayrılarak iki yıl boyunca bir şilepte çalıştı; Akdeniz ve Afrika limanla­rında dolaştı. Fransız sömürge yönetimi altın­daki ülkeleri yakından tanıdı. Daha sonra gittiği Fransa'da sosyalist dünya görüşünü benimsedi. 1920'de Fransız Komünist Partisi'nin kurucuları arasında yer alan Ho Şi Minh, yazdığı yazılarla çevresindeki Vietnam­lı gençleri bilinçlendirerek onları ülkelerinin bağımsızlık mücadelesi için eğitti. 1925'te Çin'de, Kanton'da yaşayan siyasal sürgünleri örgütleyerek Vietnam Devrimci Gençlik Birliği'ni kurdu. 1930'da Ho Chi Minh'in öncülü­ğünde kurulan Çinhindi Komünist Partisi, yoksul köylülere toprak dağıtmayı ve yabancı işletmeleri kamulaştırmayı amaçlayan bir programı benimsedi. Ho Şi Minh'in eylemle­rinden tedirgin olan Fransız yönetimi, yoklu­ğunda ona ölüm cezası verdi.

II. Dünya Savaşı sırasında, 1940'ta Japon birlikleri Çinhindi'ne girdi. Ho Chi Minh 1941'de, 30 yıllık bir ayrılıktan sonra gizlice ülkesine döndü. Fransız sömürgecilerine ve Japon işgalcilerine karşı halkın çeşitli kesim­lerini harekete geçirecek bir gerilla savaşı için hazırlığa başladı. Gizlilik koşullarında sürekli ad değiştirmesi gerekiyordu, son olarak ay­dınlatan anlamına gelen Ho Chi Minh adını aldı. Bu arada gerilla savaşı üzerine kitaplar yazdı. II. Dünya Savaşı'nda Japonlar'a karşı mücadelede destek bulmak amacıyla Çin'e gitti; ama Çan Kay-Şek onu tutuklattı. 18 ay süreyle çok ağır koşullarda yaşamak zorun­da bırakıldı. Carnet de prison ("Hapishane Defteri") adlı şiir kitabını da bu dönemde yazdı.

Japon işgaline karşı gerilla savaşını sürdü­ren Vietnam direniş güçleri, çok geçmeden Vietnam'ın önemli kentlerini geri almayı ba­şardı. Ho Chi Minh, 2 Eylül 1945'te 500 bin kişilik bir kalabalığın önünde bağımsız Viet­nam Demokratik Cumhuriyeti'nin kuruldu­ğunu ilan etti. Tam da bu sırada, II. Dünya Savaşı sona ererken, Japonlar'ı silahsızlandır­mak amacıyla Güney Vietnam'a giren İngiliz­ler, bölgenin yeniden Fransızlar'ın eline geç­mesine yardımcı oldular. Vietnam direniş savaşı sekiz yıl sürdükten sonra 1954'te Fran­sızlar'ın kesin yenilgisiyle son buldu. Ne var ki, savaşın sonunda yapılan görüşmeler sonu­cu, ülke Kuzey Vietnam ve Güney Vietnam olarak ikiye bölündü ve Ho Chi Minh yönetimi­ne ülkenin yalnızca kuzey kesimi bırakıldı. Güney Vietnam ise çok geçmeden ABD'nin siyasal ve iktisadi denetimi altına girdi. Ulusal bağımsızlık ve iki Vietnam'ın birleştirilmesi için, ABD ve Güney Vietnam yönetimine karşı 1955'te başlayan savaş, 1975'te Vietnam Demokratik Cumhuriyeti'nin kesin zaferiyle sonuç­landı. Ho Chi Minh iki Vietnam'ın birleştiğini göremeden, 1969'da savaş sürerken öldü.wikipedia

10/17/2010

deniz gezmiş ve arkadaşlarını sırıtarak astı boğularak öldü

Kimi kahramanlar idam edilir. Ve daha büyük kahraman olur. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Hiçbirinin celladı bilinmez.

sırıtarak astı boğularak öldü

İdamına karar veren de hatırlanmaz. Ve isimleri bir efsane gibi tarihle birlikte sonsuza kadar yaşar...
Bunun tek bir istisnası var: Ali Elverdi... Bir tek onun ismi yıllardır unutulmadı. Hep hatırlandı.

Bunun nedenini yıllardır düşündüm.





Sanırdım ki, Türk insanı Deniz’leri o kadar bağrına basmış ki, onları

astıranı bile unutamıyor. Deniz’lere olan sevginin büyüklüğünden

derdim...

Değilmiş...



Ali Elverdi’nin öldüğünde öğrendiğimde anladım nedenini. Sevincim her şeyin yanıtıydı...





Deniz’leri hepimiz çok seviyoruz, o ayrı. Ama Ali Elverdi isimli bu

adamı unutamamamızın nedeni bu büyük sevgi değil. Ona duyduğumuz derin

nefret...

***



Neden mi nefret ettik Elverdi’den?



Çünkü o bir simgeydi...

Ama Ali Elverdi

68’in yarattığı Atatürkçü-milliyetçi-sosyalist dalgaya son veren 12 Mart’ın simgesiydi.




Deniz’lerin idamıyla sonuçlanan o hukuksuz mahkeme sürecinin simgesiydi.



Faşizmin ne kadar akıl dışı, hukuk dışı, insanlık dışı olduğunun simgesiydi.



27 Mayıs sonrası idam edilen Menderes’lerin intikamının ateşiyle “3’e 3”, “kısasa kısas” böğürtüleriyle Deniz’leri idama gönderenlerin simgesiydi.



Ama Elverdi’ye nefretimizin nedeni bu kadar basit değil.



Dedim ya derin bir nefret bu...



Neden nefret ettik Elverdi’den bu kadar?



***



6 Mayıs sabahına gidelim...



Ankara Merkez Cezaevi avlusu...





Deniz’lerin idamına tanık olan herkes ağlamaklıdır. Sadece avukatları

değil, resmi görevliler dahil herkes... Deniz’in ipi çekildiğinde

hiçbiri kaldıramaz yerden bakışlarını...

Kimi utançtan...



Kimi gencecik bir insanın ölümüne tanık olmanın şokundan...



Kimi insaniyetten...



Kimi üzüntüden...



Kimi çaresizlikten...



Elverdi hariç...



O, keyif sigarasını tüttürmektedir.



Deniz’lerin avukatı Halit Çelenk o geceyi şöyle anlatıyor:



“Deniz’lerin

idamı sırasında gözümün önünden gitmeyen bir başka sahne ise, idam

cezasını veren Mahkeme Başkanı Ali Elverdi’nin, bir ağaca dayanarak

sigara içmesidir. Deniz, Yusuf ve Hüseyin darağacına doğru yürürlerken,

Elverdi sigarasını tüttürüp havaya üflüyordu. Ben bu davranışı da bir

işkence olarak tanımlıyorum. Çünkü o sigara acı değil, bir keyif

sigarasıydı.”

O derin nefretimizin bir nedeni bu olsa gerek...



***

bir keyif sigarasıydı



Deniz’lere idama giderken bile işkence yapmaya devam etmiştir 12 Mart

Faşizmi... Bütün gelenek ve adetlerin dışına çıkarak, Deniz’in idamını

Yusuf’a, Yusuf’unkini de Hüseyin’e izlettirirler...

Deniz’in idamı

ise ayrı bir olay olur. Uzun boyu hesaba katılmadığı için (muhtemelen

bilerek) çok acı çekerek canını verir Deniz. 50 dakika boyunca çırpınır

durur ipin ucunda. Ölürken bile işkence devam etmiştir.

Bu olanlarda Elverdi’nin de katkısı vardır mutlaka. Çünkü bunu yapacak karakterde biridir.



Belki de nefret ettiğimiz onun bu karakteridir...



***



Yıllar sonra verdiği röportajda “Deniz’leri idam ettik, o sayede terör durdu. Şimdi olsa yine asarım.” der. Ve ekler: “Keşke Mahir Çayan gibi diğer eşkıyaları da assaydık.”



Belki de bu yüzden nefret ediyoruz bu adamdan.



***





12 Mart faşizmi ödüllendirir Elverdi’yi. Kurmay olmamasına karşın

general yapılır. Üstelik sicili öyle başarılı falan değildir. Ama

Amerikancı generaller için en büyük zaferi kazanmıştır: Deniz’lerin

alelacele idam edilmesini sağlamıştır.

Nefretimizin bir nedeni de budur galiba. Kira davalarının bile 6 ay sürdüğü Türkiye’de idam kararını 3 ayda verebildiği için...



***





1974’te emekli olur Elverdi. 1976’da da Adalet Partisi’nden Bursa

senatörü seçilir. Seçim kampanyasında kendisini şöyle tanıtmıştır:

“1971’de

ilan edilen uzun süreli sıkıyönetim devrindeki mahkemelerin

Ankara’dakine başkanlık yaparak üç anarşisti adam cezasına

çarptırmasıyla gönüllerde taht kurmuştur. Yüzlerce komünist militanı

muhakeme ederek kızıl tehlikenin gözler önüne çıkarılıp, gerçeklerin

açıklanmasına sebep olmasıyla demokrasi mücadelesinde ayrı bir yer

kazanmıştır.”

Pişman

olmak bir yana yaptığıyla bu derece övündüğü için mi nefret ettik bu

adamdan? İdam cezalarını kendi reklamı için kullanmasına mı kızdık...

Sizi nasıl tanıtalım diye soranlara “Deniz’i astıran adam deyin” yanıtını vermesi mi çileden çıkardı bizi?



***





Yıllar sonra, 1980’de, “Bu Vatana Kastedenler” isimli bir kitap

yayınlar. Kitapta yaptığı tek şey sola, devrimciliğe saldırmaktır.

Küfrün bini bir paradır. Bu aslında düzeysizliğinin de göstergesidir.

Nâzım için şunları yazar mesela: “1930’dan 1940’lara kadar devamlı şiirler yazmış ve milleti zehirlemiştir.”



İlhan Selçuk’a ise şöyle saldırır:



“Bu

İlhan Selçuk denilen Moskova’ya gittiğinde Lenin’in mezarını ziyaret

etmiş, sarılıp öpmüştür. Ama bu şahıs, acaba bir bayram günü babasının

mezarına gidip fatiha okumuş mudur? Onu da kimse temin edemez. Bugün

bunlar serbest dolaşmakta, zehirleni bu memlekete her gün için kat be

kat artırarak akıtmaktadırlar. Ve bunların kitapları, bunların eserleri

maalesef ödül alıyor.”





Nâzım’ın şiirlerine, İlhan Selçuk’un yazılarına tahammül edemeyen,

“zehir saçtıklarını” düşünen bu faşist kafa “Türkiye’de faşizm var”

diyenlere ise şu yanıtı veriyordu:

“Ben faşist

değilim. Bu ülkede de faşizm yoktur. Bu memlekette hürriyetin en

yükseği, en büyüğü var. Birçok ülkelerde olmayan hürriyet var.”

Bu yüzsüzlüğü bile bu adamdan nefret etmek için yeterlidir.



***



Kitabında şunu da yazmıştır:



“Bu

beyni yıkanmış militanlar ölüm sehpasında dahi komünizm propagandası

yapıyor ve kendisinin arkasından gelecek olanlara cesaret vermek

istiyor. Onları astığımız için, Türk Ceza Kanunlarını, millet adına

muhakeme ederek tatbik ettiğim için bana ‘katil Elverdi’ diyorlar.”



Yıllar sonra Deniz’lere hâlâ “beyni yıkanmış” diye saldırabildiği için nefret ettik bu adamdan...




***





Elverdi, her devrin adamıdır. 60’lı yılların başında 27 Mayıs

revaçtadır. O da en sıkı 27 Mayısçıdır. O kadar ki, 27 Mayıs’ın 3.

yıldönümü töreninde Ordu adına resmi konuşmayı o yapar. “Ordu edebiyen milletin kendi kaderini idare etmesini sağlamaya kararlıdır” dediği konuşması gazetelerin baş sayfalarını süsler. (İnanmayan 28 Mayıs 1963 tarihli gazetelere bakabilir.)



1980 yılında yayınladığı kitabında ise tam tersi şeyler anlatır:



“27

Mayıs bir CHP oyunudur. Bunlar tezgahladı 27 Mayıs’ı. Orduyu tahrik ve

teşvik ettiler. Neticede 27 Mayıs oldu. Ama hemen arkadan bir 27

Mayıs’a karşı bir cunta kurduk.”



Bu kadar açık seçik yalan söylediği için mi nefret ettik bu adamdan?



***





22 Şubat ve 21 Mayıs için de aynı kahramanlık palavralarını anlatır

Elverdi. Halbuki başta Talat Aydemir’in bu girişimlerinin ikisinin de

içinde bulunmuş, ancak kaybedeceklerini anlayınca çark etmiştir. Ancak

olayları öyle bir anlatır ki, sanırsınız ki iki ihtilali de onun

kahramanlığı engellemiş.

Tabii yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Talat Aydemir, anılarında Elverdi’nin yalanlarını şöyle açığa çıkarır:



“O

gecenin bir numaralı kahramanı tanınan Kur. Yb. Ali Elverdi, mahkemeye

amme şahidi olarak gelmiş, kendisini hakiki bir kahraman gibi göstermek

için türlü yalanlar söylüyordu. (...) Ali Elverdi radyoevinde mukabil

anons yaparken Üsteğmen Erol Dinçer kendisini tevkif edip, Harb

Okulu’na getirmişti. Bütün işleri bozan ve bizim mağlup olmamızı

sağlayan bu şahsa karşı o anda büyük infial vardı. Talebeler çok

heyecanlı bir vaziyette onu öldürmek istiyorlardı. Ben mani oldum,

hattâ talebelerin tomsonlarına karşı ben göğsümü dayadım. Talebelerin

heyecanını teskin ettim. Ali Elverdi’nin hayatını o gece kurtardım.

Karargahta odama aldım, ayaklarıma kapanmış, Albayım sen bilirsin, ben

durumun böyle olduğunu bilmiyordum, ne istersen emret, yapacağım, diye

yalvarıyordu. İşte bu şahsiyetsiz insan, mahkemede ifade verirken bana

iftira ederek) kendisine odamda tabanca çektiğimi iddia ediyordu, benim

hayatta kimseye tabanca çekmediğimi, hele o gece tabanca kullanmaya hiç

ihtiyacım olmadığını görenler bilir, etrafımda ateş gibi

Harbiyelilerden, tomsonlu muhafızlarım vardı. Böyle bir vaka olmadı.

Ben şahidin yalan söylediğini iddia ederken, o beni yalancı duruma

sokmaya uğraşıyordu.”

***





Bir işbirlikçinin ne kadar zavallı hallere girebildiğinin güzel bir

örneğidir Elverdi. Belki de bu sayede Deniz’leri yargılayan mahkemenin

başkanı olmuştur.

******



İlahi adalet dedikleri bu galiba Ali Elverdi...



Eden bulur...



Sen Deniz’ler asıldığında, nefessiz kalarak, boğularak çırpına çırpına ölürken keyif sigarası içiyordun...



10 yıl geçti, 20 yıl geçti, 30 yıl geçti. Hesap vermekten kurtuldun sandın. Ama hak yerini illa ki buluyor.



37 yıl geçti, aynı ölümü sen de tattın...



Bir lokma tıkadı nefes borunu.



Boğula boğula öldün...



Çok çırpındın mı? Bilmiyorum.



Umrumda da değil.



Ama keşke diyorum, keşke...



Birkaç gün daha dayansaydın da 6 Mayısta ölseydin.



Ve keşke ben de sen çırpınırken karşında sigara içebilseydim.



Keyiflenmedim değil, ölümüne, keyiflendim. Hem de nasıl.



Ama içeceğim keyif sigarası olmayacaktı.