Ermeni tehciri nedeniyle Divan-ı Harb-i Örfi’nin önüne çıkartılan tutuklu Ziya Gökalp şöyle konuştu: “Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de bir Ermeni katliamı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Bizi arkadan vurdular, biz de vurduk.”
Bu sözü Türkiye’de bazı çevreler “soykırım” tezini çürütmek için sıkça kullanıyor: “Bu bir savaştı, bizi arkadan vurdular, biz de vurduk.”
Olayın garip yanı, diaspora Ermenileri de “soykırım” yapıldığını ispatlamak için bu söze sarılıyor:
“Bakın Ermeniler’i öldürdüklerini kabul ediyorlar!”
Bugün anlı şanlı birçok tarihçi Ziya Gökalp’ın bu sözü üzerine tahliller yapıp, teoriler inşa ediyor!
Hiçbirinin aklına gelmiyor; Ziya Gökalp bu sözü etti mi?
Ziya Gökalp Ocak 1919’da tutuklandı.
4 mayıs, 8 mayıs, 12 mayıs, 14 mayıs ve 17 mayısta Divan-ı Harb-i Örfi karşısına çıktı.
Bu duruşmanın tutanaklarını, tarihçi yazar Osman Selim Kocahanoğlu 2007 yılında kitap yaptı.(Temel Yayınları)
Bundan 2 yıl sonra bu tutanakları bu kez, Vahakın N. Dadrian ile Taner Akçam yorumlar katarak yayınladı. (Bilgi Üniversitesi Yayınları)
Her iki eserde de görülüyor ki, Ziya Gökalp’in duruşmalarda böyle bir sözü yok!
Peki Ziya Gökalp’in olmayan sözünü kim “icat” etti?
Gazeteci hayali
Yıl 1942.
Ziya Gökalp’in damadı Ali Nüzhet Gerçek, “Türk Yurdu” dergisinin “Ziya Gökalp Özel” sayısına makale yazması için edebiyat öğretmeni ve Vakit’te köşe yazarı olan Hakkı Süha Gezgin’in kapısını çaldı.
Hakkı Süha Gezgin zamanı olmadığını söyleyip sadece iki enstantane verebileceğini söyledi.
-“Bekirağa Bölüğü’ndeki Ziya Gökalp”
-“Divan-ı Harp karşısındaki Ziya Gökalp”
Derginin 1 Aralık 1942 tarihli sayısında, “Mukatele’nin Miladı: Hakkı Ziya Gezgin’den Ziya Gökalp’in İki Enstantanesi” başlıklı bir makale çıktı.
İşte bu makale yıllardır tarihçiler tarafından kaynak olarak kullanılıyor. Sadece Türkiye’de değil Ermeni meselesiyle ilgilenen dünyada neredeyse hemen her araştırmacı, tarihçi Ziya Gökalp’in bu sözüne atıfta bulunuyor!
Oysa tutanaklarda böyle bir söz yok!
Hakkı Süha Gezgin’in işte o hayali anekdotu:
“ (Tarih 17 mayıs 1919) Yanan Adliye’nin etrafı dolu, bahçesi dolu, merdivenleri, koridorları, salonları dolu. Süngülü jandarmalar dimdik ve put gibi dilsiz. Binaya ağır heybetli bir hava çökmüştü. Gazeteci kartım bana yol açıyor, kalabalığı yararak ilerliyorum. Nihayet gazeteciler locasına girdim. Her yer burada da dolu. Yalnız çuha kaplı masalarla, kürsülerin arkası boş. Hakimler henüz gelmemişler. Kırmızı perdelerden ışık kan gibi akıyor.
Bu sırada kapılar maznunlara açıldı. Kabine ve Merkez-i Umumi Azaları göründüler. Ziya da aralarında idi. Yeni Mecmua idarehanesinde yürüdüğü gibi yürüyordu.
Divan-ı Harp Heyeti de sağdaki kapıdan girdiler.
Herkes gibi Ziya Gökalp’e de aynı şeyleri sordular. Sakindi. Tereddütsüz cevaplar verdi.
Ama nihayetinde, ‘Ermeni katliamına siz fetva vermişsiniz, buna ne diyeceksiniz” diye sorulunca; bu soru ona yanardağın kapağını fırlatan bir hız verdi.
‘Milletimize iftira etmeyiniz, Türkiye’de bir Ermeni katliamı değil, bir Türk-Ermeni mukatelesi (çatışması, savaşı) vardır. Bizi arkadan vurdular, biz de vurduk’ dedi.
Böyle cevap alacaklarını ummamışlardı. Divan başkanı Nazım Paşa’nın ağzı açık kaldı. Kaşları alnına tırmanmış, gözleri fal taşına dönmüştü. (…)
Ziya Gökalp, velilere mahsus ağırbaşlılığı, namus ve faziletli aydın yüzü, inandırıcı ve coşkulu heyecanıyla bir çocuk gibi girdiği divandan, işte böyle bir kahraman olarak çıkmıştı.”
İşte gerçek yanıt
Peki gerçekte duruşmada ne oldu? Ziya Gökalp’e ne soruldu; ne yanıt verdi?
Tutanaklara göre, Ziya Gökalp’e Ermeni Tehciri’yle ilgili sadece bir soru yöneltildi:
“Üçüncü Ordu eski Komutanı Vehip Paşa Ermenilerin tehciri İttihat ve Terakki kararıyla yapıldığını ve tehcir edilen Ermenilerin terk edilen mülklerinin üçte birinin İttihat ve Terakki’ye alındığını yazılı ifadesinde beyan ediyor. Nasıl olduğunu anlatır mısınız?”
Bu soruya Ziya Gökalp’ın yanıtı kısa oldu:
“Aslı yoktur. Böyle bir şey işitmiş olabilir, varsa o delilleri göstersinler.”
Hepsi bu! Evet hepsi bu kadar!
Uzatmadan, sonuçta demem o ki, bugün her konuda iri laflar eden tarihçiler, bir gazeteci anısının nasıl büyük yanlışlara neden olduğunu görüp, her daim temkinli konuşmaya, yazmaya çaba harcamalıdır. Çünkü zaten bilirler ki, tarih her gün yeniden yazılır…
Soner Yalçın
Odatv.com