Dünya

Dünya
kamu kurumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kamu kurumu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10/20/2010

türbanamı çarşafa girmeyemi yoksa göbeğini açmayamı

Usta gazeteci Rahmi Turan, Atatürk’ün 21 Mart 1923 tarihinde, Konya Hilaliahmer (Kızılay) Kadınlar Şubesi’nde söylediklerini anımsatmış okurlarına:

yoksa göbeğini açmayamı

“Muhterem hanımlar! Memleketimizin bazı yerlerinde giyim tarzımız, kıyafetimiz, bizim olmaktan çıkmıştır. Kadınlarımızın giyim tarzı ve örtünmesinde şu iki şekil görünüyor: Ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren kıyafet veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile giyilmeyecek kadar açık bir giyim... Bunun her ikisi de yanlış!” (Hürriyet, 18 Ekim 2010)



Atatürk, 87 yıl öncesinden öngörmüş bugünleri… Sistem kadını tek bir noktada birleşen iki ayrı uca yöneltiyor: Ya türbana ve çarşafa, ya da göbeğini açmaya…

TÜRBANI ÇÖZME YARIŞI

2006 yılında hukuken kapanan türban konusu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun halkoylaması mitingleri sırasında “türbanı biz çözeriz” sözleriyle yeniden önümüze geldi. Kılıçdaroğlu, ardından “cemaatlere saygılıyız” ve “laiklik tehlikede değil” diyerek izleyeceği politikanın köşelerini de belirledi. (Akşam, 21-22 Eylül 2010)



CHP’nin bu sürpriz çıkışı, AKP’nin geri planda tutmak zorunda kaldığı en önemli silahını yeniden cepheye sürmesine olanak yarattı.

TÜRBAN ÖNCE ÜNİVERSİTEYE

Fırsat bu fırsat diyen YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, üniversite rektörlüklerine “kız öğrencilerin türbanlı olsa bile derslere girebilmesinin önünü açan” bir yazı yazdı. AKP hükümetinin yarattığı korku toplumunun sonucu olarak, yasal olmayan bu talebe, üniversiteler büyük oranda sessiz kaldı ve türban uygulaması başladı!

nasıl cesaret edebilirdi

Rektörler, konuya itiraz etmeyeceğini açıklayan ana muhalefet liderinden daha ileri gitmeye nasıl cesaret edebilirdi ki zaten! CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “YÖK’ün bu yazısını durdurmak amacı ile herhangi bir şekilde hukuki yollar da dâhil bir girişimde bulunulmayacağını” söylüyordu. (Hürriyet, 6 Ekim 2010)



AKP’nin elini güçlendiren en önemli dayanak, CHP’nin kamuoyuna yansıyan yeni rapor taslağıydı. CHP’nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, AKP’nin türbanı hem çarşafa çevirmesine hem de üniversitelerin ardından tüm kamuya sokmasına dayanak oluşturacaktı!



Üstelik raporun mimarlarından CHP’li Sencer Ayata, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a akıl danışmıştı: “Sencer Bey, benim çok eski arkadaşımdır. Uzun yıllar beraber öğretim üyeliği yaptık. Bu, bir rapor değil, bilgi notu kabilindedir. Onun üzerinde çalıştığını söyledi. Henüz bitmiş bir şey değil. Ne yapılabileceğini konuştuk. Bize ‘başörtülü öğrenciler için ne yapılabilir’ diye sordular. Madem partiler bu konuda anlaşacak, bize bir güvence gerekir. Yeter ki problem çözülsün.” (Vatan, 12 Ekim 2010)



“TÜRBAN KAMUDA SERBEST OLSUN”



AKP, yandaş medyayı da harekete geçirerek, zaferi taçlandırmak için sondaj çalışmasına başladı hemen. El birliği ile “türban kamuda da serbest olsun” kampanyası başlatıldı!

Kadınlarımızın giyim tarzı

CHP’ye rağmen tepki gösterenlere ise YÖK Başkanı Özcan güvence veriyordu: “Garanti ediyorum, başörtüsüz öğrenciler baskı görmeyecek”. (Vatan, 12 Ekim 2010)



“Menderes ve Özal’dan sonraki Müslüman Cumhurbaşkanı” sıfatıyla seçilen Abdullah Gül, bu fırsattan yararlanarak sekiz yıllık uygulamayı iptal ettiğini ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için tek tip resepsiyona geçtiklerini, konuklarını eşi Hayrünnisa hanımla birlikte karşılayacağını müjdeliyordu. (Hürriyet, 12 Ekim 2010). Gül’ün “türbanlı resepsiyon” kararını, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’e de bildirdiği belirtiliyordu.



Türban konusunda üniversitelerin ardından ilk kurumsal adımı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti TGC attı. TGC, daha önce reddettiği tesettürlü bir gazetecinin üyeliğini bu sefer kabul ediyordu. (gazeteciler.com, 13 Ekim 2010)



LAİKLİK ÖNCE BOŞALTILACAK SONRA KALDIRILACAK



Ve sahneye TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu çıkıyor ve “Türkiye laiklik ilkesini yeniden yorumlamalı” diyordu. (Hürriyet, 13 Ekim 2010). CHP’nin rapor taslağını fırsat bilen Kuzu, “örneğin başörtüsü meselesi laiklikle değil bireysel özgürlüklerle ilgilidir” diyerek yeni anayasanın birey haklarına odaklanması gerektiğini vurguluyordu.



Bundan sonra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının nasıl şekilleneceğinin işaretini ise Başbakan Erdoğan veriyordu. Kızılcahamam’da bir köfteciye uğrayan Başbakan, köftecinin çocuklarına “namaz kılıyor musunuz” diye soruyordu. “Evet” yanıtı alan Erdoğan, namaz kılan çocukları, oyuncakla ödüllendiriyordu! (Milliyet, 17 Ekim 2010)



TÜRBANIN HEDEFİ TBMM



Öte yandan “Türban kamuya da girsin” kampanyasının bir haftada büyük yol aldığını ve merkezi kurumların sessiz kaldığını gören Erdoğan artık meydan okuyordu: “Türbanlı her yere girebilir”. (Cumhuriyet, 17 Ekim 2010)



Erdoğan, AKP Kurucular Kurulu üyesi Fatma Ünsal’ın “Kadınlar, başörtüsüyle Meclis’e giremiyor. 8 yıl geçti” sözlerini de “her şeyin bir zamanı var” diye yanıtlıyordu. (Hürriyet, 18 Ekim 2010)



TÜRBAN ARAÇTIR



Türban, aslında kadınlarımızın bir sorunu değildir. Türban, bireysel bir özgürlük de değildir. Tam tersine kadınlarımızı esaret altına almanın aracıdır.



Türbanın Kuran’da yeri olmadığı, Kuran’ın örtülmesini emrettiği bölgenin kadının saçlarının olmadığı gerçeği, dindar yurttaşlarımızla dincileri birbirinden ayıran önemli bir ölçüttür. Çünkü dindar bilmektedir ki, Kuran kadından sadece “farj” bölgelerini “hımar” ile örtmesini emretmiştir.



İşte bu yüzden, kadınlarımızı türbana sokup, onları araç olarak kullananlar, yavaş yavaş dudaklarına sürdükleri rujlara, gözlerine çektikleri sürmelere itiraz etmeye başlamışlardır! Bu konuda rahatsızlık oluşmaya başladığını bazı türbanlı kadın yazarlar da dile getirmeye başlamıştır.



LAİKLİK, DİNİN DÜNYA İŞLERİNDEN AYRILMASIDIR



Yazımıza, Rahmi Turan’ın anımsattığı Atatürk’ün konuyla ilgili sözleriyle başlamıştık, yine Atatürk’le bitirelim.



“Yeni CHP”nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, aslında Atatürk sonrası CHP’sinin, laiklik ilkesinin anlamını değiştirmesiyle başlattığı sürecin bir sonucudur. Atatürk’ün devrimci CHP’si ile İnönü’nün tutuculaşan CHP’si arasındaki en önemli farklardan biri laiklik ilkesiydi.



Atatürk, laikliği “dün ve dünya işlerinin ayrılması” diye tanımlarken, yıllar sonra CHP bu tanımı “din ve devlet işlerinin ayrılması” şeklinde değiştiriyordu.



“Dini dünya işlerinden değil de, sadece devlet işlerinden ayrı tutunca”, 1948 yılından başlayarak günümüze kadar uzanan, “imam hatip okulu açmak, kuran kursu açmak, cemaatlere hoşgörülü olmak, sonra da saygılı olmak, türbanı üniversiteye sokmak” gibi uygulamalar bireysel haklara giriyordu! Devlet TBMM’ydi, Çankaya’ydı… Üniversite değildi!



Bu anlayışın Türkiye Cumhuriyeti’ni getirdiği yer ortada. CHP, köklerine dönmeli ve Atatürk’ün altı ilkesine sıkı sıkıya sarılmalıdır. Çünkü Türkiye uçuruma yuvarlanmaktadır.



Mehmet Ali Güller



Odatv.com

6/17/2010

Varlık Barışı Kanunu kara para aklama operasyonununa mı dönüştü

64 ton altına ne oldu? CHP'li Hamzaçebi, varlık barışıyla Türkiye'ye geldiği bildirilen 64 ton altının ilgili kamu kuruluşlarının kayıtlarında gözükmediğini söyledi.

kaybolan Nazi altınları

CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Varlık Barışı Kanunu kapsamında Türkiye'ye geldiği bildirilen 64 ton altının ilgili kamu kuruluşlarının kayıtlarında gözükmediğini söyledi.


Hamzaçebi, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında, Varlık Barışı Kanunu kapsamında Türkiye'ye getirilenlerle ilgili miktarın Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından açıklandığını ifade ederek, ''Şimşek'in açıklamalarına göre, beyan edilen 48,3 milyar liralık girdinin yüzde 7'sinin külçe altın olduğunu'' kaydetti.


Gelir İdaresi Başkanlığının da 4 kişinin yurt dışından külçe altın beyanında bulunduğunu dile getiren Hamzaçebi, altınların beyan edildiği tarihteki tutarının 2,1 milyar dolara karşılık geldiğini bildirdi. Bunun karşılığının da 64 ton külçe altın olduğunu anlatan Hamzaçebi, ''altınların girişinin Merkez Bankası ödemeler dengesi istatistikleri ve İstanbul Altın Borsası kayıtlarında görülmediğini'' savundu.


BDDK istatistiklerindeki kıymetli maden depo hesaplarında da altın girişinin bulunmadığını anlatan Hamzaçebi, ''Acaba Varlık Barışı Kanunu kara para aklama operasyonununa mı dönüştü'' diye sordu.


''Altınların sadece Maliye Bakanlığı kayıtlarında gözüktüğünü, ancak diğer ilgili kamu kuruluşlarında bulunmadığını'' anlatan Hamzaçebi, ''64 ton altının nerede olduğu belli değildir. Aklıma kaybolan Nazi altınları geliyor'' diye konuştu.

kara para aklama operasyonu

ŞİMŞEK'E 'ALTIN' SORULARI



Maliye Bakanı Şimşek'in ''altınların nerede olduğunu açıklamasını isteyen'' Hamzaçebi, şu soruları yöneltti:


''Bu külçe altınlar Türkiye'ye giriş yaptıysa niçin hiçbir kamu kurumunun kayıtlarında gözükmemektedir? Nasıl buharlaştı? Külçe altınlara ilişkin ne tutarda vergi tahsilatı yapıldı? MASAK devreye sokulmuş mudur? MASAK kayıtlarına geçti mi? Bu altına nüfuzlu kişiler mi sahip? Maliye Bakanlığında isimleri bulunan 4 kişi kimdir?''


Bakan Şimşek'in ''açıklama yapmak zorunda olduğunu'' söyleyen Hamzaçebi, ''Aksi durumda Türkiye kara para aklayan çakma devletler konumuna düşer?'' dedi.

ŞİMŞEK: ALTIN BEYAN EDİLDİ AMA...



Gazeteciler Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e kayıp altınlara ilişkin soruyu sordu. Şimşek, "Beyan edildiği halde getirilmeyen varlık, varlık barışından yararlanamaz. Kayıp altın bir beyan, bunun Türkiye'ye gelip gelmediği konusu inceleniyor" dedi.
mynet haber