Dünya

Dünya
boğularak öldü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
boğularak öldü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7/01/2011

yüzerken havuzda boğuldu ancak cesedi iki gün sonra fark edilebildi

ABD'nin Massachusetts eyaletinde yetkililerin verdiği bilgiye göre 36 yaşındaki Marie Joseph, Pazar günü halka açık havuzda en son kaydıraktan kayarken görüldü.

Joseph, dokuz yaşlarında bir çocukla kaydıktan sonra yüzeye çıkmadı.

Çocuk durumu cankurtarana bildirmesine rağmen ilgilenen çıkmadı.
Arkadaşlarından biri, kendilerinin de Joseph'in havuzdan bir şekilde çıkmış olduğunu düşündüklerini anlattı.

Cesedi, tam 58 saat sonra geceyarısı gizlice havuza girip yüzen bir grup genç farketti.

Dört metre derinliğindeki havuzdaki suyun bir hayli "bulanık" olduğu söyleniyor.

Mekanı düzenli olarak kullanan bir kişi, bu derinlikteki havuzun dibini görmenin zor olduğunu anlattı.

Soruşturma devam ederken Massachusetts eyaletindeki çok sayıda halka açık havuz geçici olarak kapatıldı.

Olayın yaşandığı havuzda görevli iki kişi ise idari izne çıkarıldı.

Beş çocuk annesi ve Haitili olan Joseph'a yapılan otopsi sonuçları henüz açıklanmadı.

Sağlık uzmanları, havuz suyunda bulunan klorun hijyen sağladığını ve ceset havuzdayken farkında olmadan yüzenler için herhangi bir sağlık riski bulunmadığını söyleyerek halkın kaygılarını yatıştırmaya çalıştı.

Bölge başsavcılığından bir sözcünün CNN'e verdiği bilgiye göre çürümeye başlamış bir cesedin, şişip su yüzüne çıkması için bir kaç gün alabiliyor.

6/11/2011

18 yaşındaki çeçen kızı boğarak öldüren rus albay altı el ateş edilerek öldürüldü

Albay Yuri Budanov bu sabah, Moskova'nın merkezindeki işlek caddelerden Komsomolsky Prospekt'de saldırıya uğradı.


Görgü tanıklarının ifadelerine göre altı el ateş eden saldırgan olayın ardından bindiği Mitsubishi Lancer marka arabayla kayıplara karıştı.


Saldırganın kaçarken kullandığı araba, daha sonra terkedilmiş ve yakılmış olarak bulundu.
Dikkat çeken dava

Albay Yuri Budanov 2000 yılında, Rusya'nın Çeçenistan'a müdahalesi sırasında 18 yaşında bir Çeçen kızı boğarak öldürmekten hüküm giymişti.

2003 yılında 10 yıllık hapis cezasına çarptırılan Budanov, 2009'da tahliye edildi.

Budanov'un erken tahliyesi ülkedeki insan hakları savunucularını öfkelendirmişti.

Albay Budanov'un yargılanma süreci ve tahliyesi, Çeçenistan'da Rus güvenlik güçleri tarafından işlenen suçlara dair açılan az sayıda davadan biri olması nedeniyle, Rus kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı.
bbc türkçe

12/27/2010

annesi yangından balkona kaçtı gamze dumandan boğuldu

Ankara'nın Polatlı İlçesi'nde, apartmanın dördüncü katındaki dairede temizlenmediği için tıkanan soba bacasının tutuşmasıyla çıkan yangında 3 yaşındaki Gamze Sayılgan dumandan boğularak öldü. Anne Hatice Sayılgan ise yan dairenin balkonuna kaçarak canını kurtardı. İtfaiye ekipleri yangını büyümeden söndürdü.

Tarım işçisi olarak çalışan, Haymana İlçesi nüfusuna kayıtlı Mustafa ve Hatice Sayılgan çiftinin 3 çocuğuyla birlikte oturduğu Cumhuriyet Mahallesi'ndeki Genç Apartmanı'nın 4'üncü katında bugün saat 10.30 sıralarında yangın çıktı. Tıkalı olan bacadan evin içine saçılan kıvılcımların neden olduğu yangın, kısa sürede evi kapladı. Bu sırada Hatice Sayılgan komşulardan yardım isterken, odasında kalan minik Gamze yoğun dumandan zehirlendi. Ambulansla Polatlı Dua Tepe Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Gamze, burada kurtarılamadı.
OKULDAKİ 2 ÇOCUK KURTULDU

Yangın sırasında Sayılgan çiftinin biri 8'inci sınıf, diğeri ise 1'inci sınıf öğrencisi olan diğer 2 çocuğu Nergis ve Mert Sayılgan ise okulda oldukları için kurtuldular. Anne Hatice Sayılgan, yangın sırasında sığındığı yan komşunun balkonundan itfaiye merdiveni ile indirildi. İtfaiyeciler, anneyi teselli etmeye çalıştı.

Bu arada işte olan baba Mustafa Sayılgan ise acı haberle yıkıldı. Sayılgan’ı polis teselli etmeye çalıştı.

Polatlı İtfaiye Müdürü Ramazan Akışık, yangının bacadan kaynaklandığını söyledi. Temizlenmeyen bacadan alevlerin geri teperek evin içindeki halıyı tutuşturduğunu söyleyen Akışık, “2 ekiple yangına müdahale ettik ve büyümeden söndürdük” dedi. Ramazan Akışık, yangın nedeniyle baca temizliğine bir kez daha dikkat çekerek vatandaşları uyardı.

DHA




10/17/2010

deniz gezmiş ve arkadaşlarını sırıtarak astı boğularak öldü

Kimi kahramanlar idam edilir. Ve daha büyük kahraman olur. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Hiçbirinin celladı bilinmez.

sırıtarak astı boğularak öldü

İdamına karar veren de hatırlanmaz. Ve isimleri bir efsane gibi tarihle birlikte sonsuza kadar yaşar...
Bunun tek bir istisnası var: Ali Elverdi... Bir tek onun ismi yıllardır unutulmadı. Hep hatırlandı.

Bunun nedenini yıllardır düşündüm.





Sanırdım ki, Türk insanı Deniz’leri o kadar bağrına basmış ki, onları

astıranı bile unutamıyor. Deniz’lere olan sevginin büyüklüğünden

derdim...

Değilmiş...



Ali Elverdi’nin öldüğünde öğrendiğimde anladım nedenini. Sevincim her şeyin yanıtıydı...





Deniz’leri hepimiz çok seviyoruz, o ayrı. Ama Ali Elverdi isimli bu

adamı unutamamamızın nedeni bu büyük sevgi değil. Ona duyduğumuz derin

nefret...

***



Neden mi nefret ettik Elverdi’den?



Çünkü o bir simgeydi...

Ama Ali Elverdi

68’in yarattığı Atatürkçü-milliyetçi-sosyalist dalgaya son veren 12 Mart’ın simgesiydi.




Deniz’lerin idamıyla sonuçlanan o hukuksuz mahkeme sürecinin simgesiydi.



Faşizmin ne kadar akıl dışı, hukuk dışı, insanlık dışı olduğunun simgesiydi.



27 Mayıs sonrası idam edilen Menderes’lerin intikamının ateşiyle “3’e 3”, “kısasa kısas” böğürtüleriyle Deniz’leri idama gönderenlerin simgesiydi.



Ama Elverdi’ye nefretimizin nedeni bu kadar basit değil.



Dedim ya derin bir nefret bu...



Neden nefret ettik Elverdi’den bu kadar?



***



6 Mayıs sabahına gidelim...



Ankara Merkez Cezaevi avlusu...





Deniz’lerin idamına tanık olan herkes ağlamaklıdır. Sadece avukatları

değil, resmi görevliler dahil herkes... Deniz’in ipi çekildiğinde

hiçbiri kaldıramaz yerden bakışlarını...

Kimi utançtan...



Kimi gencecik bir insanın ölümüne tanık olmanın şokundan...



Kimi insaniyetten...



Kimi üzüntüden...



Kimi çaresizlikten...



Elverdi hariç...



O, keyif sigarasını tüttürmektedir.



Deniz’lerin avukatı Halit Çelenk o geceyi şöyle anlatıyor:



“Deniz’lerin

idamı sırasında gözümün önünden gitmeyen bir başka sahne ise, idam

cezasını veren Mahkeme Başkanı Ali Elverdi’nin, bir ağaca dayanarak

sigara içmesidir. Deniz, Yusuf ve Hüseyin darağacına doğru yürürlerken,

Elverdi sigarasını tüttürüp havaya üflüyordu. Ben bu davranışı da bir

işkence olarak tanımlıyorum. Çünkü o sigara acı değil, bir keyif

sigarasıydı.”

O derin nefretimizin bir nedeni bu olsa gerek...



***

bir keyif sigarasıydı



Deniz’lere idama giderken bile işkence yapmaya devam etmiştir 12 Mart

Faşizmi... Bütün gelenek ve adetlerin dışına çıkarak, Deniz’in idamını

Yusuf’a, Yusuf’unkini de Hüseyin’e izlettirirler...

Deniz’in idamı

ise ayrı bir olay olur. Uzun boyu hesaba katılmadığı için (muhtemelen

bilerek) çok acı çekerek canını verir Deniz. 50 dakika boyunca çırpınır

durur ipin ucunda. Ölürken bile işkence devam etmiştir.

Bu olanlarda Elverdi’nin de katkısı vardır mutlaka. Çünkü bunu yapacak karakterde biridir.



Belki de nefret ettiğimiz onun bu karakteridir...



***



Yıllar sonra verdiği röportajda “Deniz’leri idam ettik, o sayede terör durdu. Şimdi olsa yine asarım.” der. Ve ekler: “Keşke Mahir Çayan gibi diğer eşkıyaları da assaydık.”



Belki de bu yüzden nefret ediyoruz bu adamdan.



***





12 Mart faşizmi ödüllendirir Elverdi’yi. Kurmay olmamasına karşın

general yapılır. Üstelik sicili öyle başarılı falan değildir. Ama

Amerikancı generaller için en büyük zaferi kazanmıştır: Deniz’lerin

alelacele idam edilmesini sağlamıştır.

Nefretimizin bir nedeni de budur galiba. Kira davalarının bile 6 ay sürdüğü Türkiye’de idam kararını 3 ayda verebildiği için...



***





1974’te emekli olur Elverdi. 1976’da da Adalet Partisi’nden Bursa

senatörü seçilir. Seçim kampanyasında kendisini şöyle tanıtmıştır:

“1971’de

ilan edilen uzun süreli sıkıyönetim devrindeki mahkemelerin

Ankara’dakine başkanlık yaparak üç anarşisti adam cezasına

çarptırmasıyla gönüllerde taht kurmuştur. Yüzlerce komünist militanı

muhakeme ederek kızıl tehlikenin gözler önüne çıkarılıp, gerçeklerin

açıklanmasına sebep olmasıyla demokrasi mücadelesinde ayrı bir yer

kazanmıştır.”

Pişman

olmak bir yana yaptığıyla bu derece övündüğü için mi nefret ettik bu

adamdan? İdam cezalarını kendi reklamı için kullanmasına mı kızdık...

Sizi nasıl tanıtalım diye soranlara “Deniz’i astıran adam deyin” yanıtını vermesi mi çileden çıkardı bizi?



***





Yıllar sonra, 1980’de, “Bu Vatana Kastedenler” isimli bir kitap

yayınlar. Kitapta yaptığı tek şey sola, devrimciliğe saldırmaktır.

Küfrün bini bir paradır. Bu aslında düzeysizliğinin de göstergesidir.

Nâzım için şunları yazar mesela: “1930’dan 1940’lara kadar devamlı şiirler yazmış ve milleti zehirlemiştir.”



İlhan Selçuk’a ise şöyle saldırır:



“Bu

İlhan Selçuk denilen Moskova’ya gittiğinde Lenin’in mezarını ziyaret

etmiş, sarılıp öpmüştür. Ama bu şahıs, acaba bir bayram günü babasının

mezarına gidip fatiha okumuş mudur? Onu da kimse temin edemez. Bugün

bunlar serbest dolaşmakta, zehirleni bu memlekete her gün için kat be

kat artırarak akıtmaktadırlar. Ve bunların kitapları, bunların eserleri

maalesef ödül alıyor.”





Nâzım’ın şiirlerine, İlhan Selçuk’un yazılarına tahammül edemeyen,

“zehir saçtıklarını” düşünen bu faşist kafa “Türkiye’de faşizm var”

diyenlere ise şu yanıtı veriyordu:

“Ben faşist

değilim. Bu ülkede de faşizm yoktur. Bu memlekette hürriyetin en

yükseği, en büyüğü var. Birçok ülkelerde olmayan hürriyet var.”

Bu yüzsüzlüğü bile bu adamdan nefret etmek için yeterlidir.



***



Kitabında şunu da yazmıştır:



“Bu

beyni yıkanmış militanlar ölüm sehpasında dahi komünizm propagandası

yapıyor ve kendisinin arkasından gelecek olanlara cesaret vermek

istiyor. Onları astığımız için, Türk Ceza Kanunlarını, millet adına

muhakeme ederek tatbik ettiğim için bana ‘katil Elverdi’ diyorlar.”



Yıllar sonra Deniz’lere hâlâ “beyni yıkanmış” diye saldırabildiği için nefret ettik bu adamdan...




***





Elverdi, her devrin adamıdır. 60’lı yılların başında 27 Mayıs

revaçtadır. O da en sıkı 27 Mayısçıdır. O kadar ki, 27 Mayıs’ın 3.

yıldönümü töreninde Ordu adına resmi konuşmayı o yapar. “Ordu edebiyen milletin kendi kaderini idare etmesini sağlamaya kararlıdır” dediği konuşması gazetelerin baş sayfalarını süsler. (İnanmayan 28 Mayıs 1963 tarihli gazetelere bakabilir.)



1980 yılında yayınladığı kitabında ise tam tersi şeyler anlatır:



“27

Mayıs bir CHP oyunudur. Bunlar tezgahladı 27 Mayıs’ı. Orduyu tahrik ve

teşvik ettiler. Neticede 27 Mayıs oldu. Ama hemen arkadan bir 27

Mayıs’a karşı bir cunta kurduk.”



Bu kadar açık seçik yalan söylediği için mi nefret ettik bu adamdan?



***





22 Şubat ve 21 Mayıs için de aynı kahramanlık palavralarını anlatır

Elverdi. Halbuki başta Talat Aydemir’in bu girişimlerinin ikisinin de

içinde bulunmuş, ancak kaybedeceklerini anlayınca çark etmiştir. Ancak

olayları öyle bir anlatır ki, sanırsınız ki iki ihtilali de onun

kahramanlığı engellemiş.

Tabii yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Talat Aydemir, anılarında Elverdi’nin yalanlarını şöyle açığa çıkarır:



“O

gecenin bir numaralı kahramanı tanınan Kur. Yb. Ali Elverdi, mahkemeye

amme şahidi olarak gelmiş, kendisini hakiki bir kahraman gibi göstermek

için türlü yalanlar söylüyordu. (...) Ali Elverdi radyoevinde mukabil

anons yaparken Üsteğmen Erol Dinçer kendisini tevkif edip, Harb

Okulu’na getirmişti. Bütün işleri bozan ve bizim mağlup olmamızı

sağlayan bu şahsa karşı o anda büyük infial vardı. Talebeler çok

heyecanlı bir vaziyette onu öldürmek istiyorlardı. Ben mani oldum,

hattâ talebelerin tomsonlarına karşı ben göğsümü dayadım. Talebelerin

heyecanını teskin ettim. Ali Elverdi’nin hayatını o gece kurtardım.

Karargahta odama aldım, ayaklarıma kapanmış, Albayım sen bilirsin, ben

durumun böyle olduğunu bilmiyordum, ne istersen emret, yapacağım, diye

yalvarıyordu. İşte bu şahsiyetsiz insan, mahkemede ifade verirken bana

iftira ederek) kendisine odamda tabanca çektiğimi iddia ediyordu, benim

hayatta kimseye tabanca çekmediğimi, hele o gece tabanca kullanmaya hiç

ihtiyacım olmadığını görenler bilir, etrafımda ateş gibi

Harbiyelilerden, tomsonlu muhafızlarım vardı. Böyle bir vaka olmadı.

Ben şahidin yalan söylediğini iddia ederken, o beni yalancı duruma

sokmaya uğraşıyordu.”

***





Bir işbirlikçinin ne kadar zavallı hallere girebildiğinin güzel bir

örneğidir Elverdi. Belki de bu sayede Deniz’leri yargılayan mahkemenin

başkanı olmuştur.

******



İlahi adalet dedikleri bu galiba Ali Elverdi...



Eden bulur...



Sen Deniz’ler asıldığında, nefessiz kalarak, boğularak çırpına çırpına ölürken keyif sigarası içiyordun...



10 yıl geçti, 20 yıl geçti, 30 yıl geçti. Hesap vermekten kurtuldun sandın. Ama hak yerini illa ki buluyor.



37 yıl geçti, aynı ölümü sen de tattın...



Bir lokma tıkadı nefes borunu.



Boğula boğula öldün...



Çok çırpındın mı? Bilmiyorum.



Umrumda da değil.



Ama keşke diyorum, keşke...



Birkaç gün daha dayansaydın da 6 Mayısta ölseydin.



Ve keşke ben de sen çırpınırken karşında sigara içebilseydim.



Keyiflenmedim değil, ölümüne, keyiflendim. Hem de nasıl.



Ama içeceğim keyif sigarası olmayacaktı.