Dünya

Dünya
Osmanlı dönemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı dönemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6/22/2011

osmanlı döneminde kurulan silahtar ağa elektrik santralı şimdi müze olarak hizmet veriyor

1902 yılında Tarsus yakınlarında kurulan küçük çaplı bir hidroelektrik santralin dışında, Silahtarağa Santrali, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk enerji tesisiydi.

Kronolojik olarak ilk tesis olmasa da, ülke sınırları içinde bir kente hizmet vermesi amacıyla yapılan ilk tesisti. Tesisin kuruluması için ilk adım 1910 yılında devlet tarafından açılan ihaleyle atılmıştır.

 silahtar ağa elektrik santralı


İhaleyi Avusturya-Macaristan sermayeli Ganz Electric Company kazandı. Şirket 1911 yılında, Brüksel Bankası (Fransızca: Banque de Bruxelles) ve Macar Kredi Genel Bankası'ndan (Fransızca: Banque Générale de Credit Hongrois) aldığı finansal destekle Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi'ni kurdu ve devletten 50 yıllık elektrik üretim imtiyazı almış oldu.Yapılan etütler sonucunda İstanbul'da hidroelektrik güç elde etmeye uygun su kaynağı bulunmadığına kanaat getirilince kömür yakıtlı bir tesis kurulması kararlaştırıldı. Şirket derhâl Silahtarağa semtinde bir termik santral kurma işlemlerine başladı.

1913 yılında tamamlanarak kullanıma girmesi planlansa da o yıl aşırı yağışlar nedeniyle bölgeyi etkileyen su baskınları ve Balkan Savaşı'nın etkileri tesisin açılmasını geciktirdi. Tesis 11 Şubat 1914'te resmen açılışını yaptı. Üretilen elektrik ilk olarak İstanbul tramvaylarına ve Osmanlı sultanının o dönemde yaşadığı Dolmabahçe Sarayı'na verildi. Böylece İstanbul'da havagazına bir alternatif enerji türü doğmuş oldu. Şirketin kurucu sahibi aynı yıl içinde santrali Belçika menşeli SOFINA şirketine devretti.

silahtar ağa elektrik santralı
Yenilenen santral binalarından bir görünüm.

Santralde kullanılması için gereksinim duyulan kömür Zonguldak'tan denizyoluyla getiriliyordu. 1915 yılında Rus donanması kömür taşıyan Şirket-i Hayriye gemilerini batırdığı için hem güvenliği sağlamak; hem de işleyişi hızlandırmak amacıyla İstanbul'un kuzeyindeki linyit ocaklarıyla santralin bulunduğu Silahtarağa semti arasında bir dekovil tren hattı kuruldu.

Kurulduktan kısa bir süre sonra tramvayların yanısıra Suriçi, İstinye ve Pera bölgelerine elektrik vermeye başladı. Harbiye Nezareti tarafından İstanbul atlı tramvaylarının tüm atları 30 bin altın karşılığında satın alınmış olduğundan; santralde üretilen elektrik ağır aksak işleyen İstanbul toplu taşımacılığına da çare oldu. Pera bölgesinin aydınlatma imtiyazını elinde bulunduran Pera Şirketi'yle yaşanan imtiyaz çatışması çözüme kavuşunca elektrikle çalışan tramvaylar hizmete sokuldu. İlk elektrikli tramvaylar 20 Şubat 1914 tarihinde Karaköy Meydanı'nda yapılan törenle Galata Köprüsü üzerinden geçtiler. 1920 yılında başlayarak cadde ve sokaklar da santralden elde edilen elektrikle aydınlatılmaya başlandı.
Cumhuriyet dönemi

Santralin işletmesini yapan yabancı sermayeli şirket, Osmanlı Devleti dağıldıktan sonra kurulan cumhuriyet yönetimi süresince de faaliyetini sürdürdü. İlk olarak ülkede değişen rejim nedeniyle şirket unvan değişikliğine gitti ve adını Türk Anonim Elektrik Şirketi olarak değiştirdi. 1926 yılında İstanbul Boğazı'na Arnavutköy-Vaniköy arasında sualtı kabloları döşenerek Anadolu Yakası'na da elektrik verildi. Santral, 1937 yılında devlet tarafından satın alınarak kamulaştırıldı ve Nafia Vekaleti'ne bağlı Elektrik Umum Müdürlüğü'ne geçti. İstanbul Belediyesi, İstanbul Elektrik Tünel ve Tramvay İşletmeleri Umum Müdürlüğü'nü (İETT) kurunca santral 1 Temmuz 1938 tarihinde buraya devredildi.

Santral, 1952 yılına değin İstanbul'un elektrik gereksinimini tek başına karşıladı. Bu tarihte devlet eliyle yeni kurulan Çatalağzı Termik Santrali ile arasında bağlantı kuruldu ve İstanbul'un elektrik yükü bu iki merkez arasında paylaştırıldı. Santralin yönetimi 1962'de Etibank'a; 1970'te ise Türk Elektrik Kurumu'na geçti. Ambarlı Termik Santrali 1976 yılında tam kapasiteyle çalışmaya başlayınca, Silahtarağa Santrali'nin İstanbul elektrik dağıtımındaki payı iyiden iyiye azalmış oldu.

Türbin ve kazanlarının yıpranması ve Haliç çevresinde yarattığı aşırı kirlilikten dolayı ekonomik ömrünü tamamladığına karar verildi ve tesis 1 Mart 1983 tarihinde faaliyetine son verdi. Boşaltılan tesis binaları 20 yıl boyunca atıl vaziyette kaldı. 2004 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne tahsis edildi. Üniversite yönetimi, tesisin aslına uygun bir biçimde yenilenerek yeniden kullanıma kazandırılması için çalışmalara başladı. Tesis arazisi tamamen elden geçirilerek üniversite yerleşkesi, müze ve sanat galerisi olarak hizmet vermeye başladı. Bu dönüşümle birlikte tesis Santralistanbul adıyla anılmaya başlandı.
wikipedia

6/20/2011

kıbrısta ingiliz işgalinde bile eğitim veren osmanlı medreseleri şimdi ne durumda

Kıbrıs'ta Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılmış on beş medrese bulunmaktaydı. Vakfıye defterlerine göre ise kayıtlı on bir tane medrese vardı. Bu medreseler, lise düzeyinde eğitim vermekteydi. 
Adadaki ilk medrese, 1573'te, Lefkoşa'da inşa edilen Büyük Medrese'dir. Yine Lefkoşa'da bulunan Küçük Medrese ise, ondan beş yıl sonra inşa edilmiştir. On iki medresenin sadece sekizi İngiliz dönemine kadar eğitimine devam edebilmiştir.


On beş medreseden dokuzu, sadece Türkiye tarafından tanınmakta olan Kuzey Kıbrıs'ta, beşi ise adanın güney kesiminde bulunmaktadır. Birinin ise nerede bulunduğuna dair bilgiye ulaşılamamıştır. En fazla medrese olan yerleşim yeri yedi medreseyle Lefkoşa iken, onu iki medrese ile Baf izlemektedir. Gazimağusa, Larnaka, Limasol, Peristerona ve Lefke'de de birer medrese bulunmaktadır.

Adada, Osmanlılar döneminde medrese eğitimi çok üst düzeydeydi. A. Süha adlı araştırmacıya göre; bu dönemde Kıbrıs'taki medreseler, Anadolu'nun güney kesiminden öğrenci çekmekteydiler. Öğrenci gönderen şehirlerin başında Mersin, Anamur, Antalya ve Adana gelmekteydi. 16. yüzyıldan sonra bu eğitim türü Osmanlı gerenelinde olduğu gibi adada da zayıflamaya başamıştır. Önceleri, bir kanunla kapatılmaları yasaklanmıştır.Daha sonra, Osmanlı döneminin sonlarında ve İngiliz hakimiyetinde bu eğitim daha da zayıflamış ve 1939-40 eğitim-öğretim sezonunda sona ermiştir. Eğitim vermekte olan son medrese olan Büyük Medrese, 1936 yılında yıkılmıştır; fakat eğitim bir süre daha devam etmiştir. 1931 yılında söz konusu medresenin yıkılıp tekrar yapılacağı haberleri üzerine, bazı ada sakinleri medreselere karşı çıkmıştır. Günümüzde ise medreselerin çoğu harap durumdadır.
wikipedia

4/10/2011

pargalı ibrahim isyan bayrağını çekti ya beni öldürün ya da bırakın

Muhteşem Yüzyıl isimli dizide 'Pargalı İbrahim' rolünü canlandıran genç oyuncu Okan Yalabık istediğini böyle aldı.


Tarihte, Kanuni Sultan Süleyman'a 'Has Odabaşı'sı olarak hizmet eden Rum devşirmesi Pargalı İbrahim, Hürrem Sultan'ın yön vermesiyle Padişah tarafından öldürtülmüştü. Bunu bilen ve bölüm başına 8 bin lira kazanan Okan Yalabık, dizide kendisinin çok etkili bir rolü olduğunu belirterek geçtiğimiz hafta yapımcıdan zam talep etti. Yapımcıya, "Ya beni öldürün diziden ayrılayım, ya da ücretimi makul bir seviyeye yükseltin" diye restini çekti.


Bugün’ün haberine göre, oyunculuğu seyirciler tarafından çok beğenilen ve diziye katkısı büyük olan Yalabık'ın bu resti işe yaradı ve yapımcısı haftalık ücretini 8 bin liradan 15 bin liraya çıkardı.


Pargalı İbrahim, tarihi gerçekler gereği bir süre sonra Yeniçeriler tarafından öldürülecek ve Okan Yalabık böylelikle diziye veda edecek. Ancak bu gerçekleşene kadar Okan Yalabık'ın ücretinde anlamlı bir artış görülecek. Kanuni'yi canlandıran Halit Ergenç ise bölüm başına 30 bin lira kazanıyor.

Cannes'da düzenlenen 2011 MIP TV Televizyon Fuarı'nda 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinin dünya lansmanı gerçekleşti. Geceye onur konuğu olarak dizide Kanuni'yi canlandıran Halit Ergenç ve Hürrem Sultan'ı oynayan Meryem Uzerli de katıldı.

Halit Ergenç, "Bu gece için bizler çok heyecanlıyız. Burada da gördüğümüz büyük ilgi bizi çok mutlu etti. Tarihi bir dizi yapmak günümüz dizisi yapmaktan daha zevkli Padişahı bugüne yansıtabilmek insana büyük bir heyecan veriyor" dedi.

Meryem Uzerli ise "Bu dizide olduğum için çok mutluyum. Hayatımda Hürrem öncesi ve sonrası çok şey değişmedi. Sadece insanlar çok daha iyi davranıyorlar bana. Her yerde sevgilerini gösteriyorlar. Bu ilgiyi Cannes'da bile yaşamak beni çok sevindirdi" diye konuştu.

İzzet Pinto ve TIMS Yapım'ın sahibi Timur Savcı da dizi için yüzlerce randevulu görüşme yaptıklarını ve 20'yi aşkın ülkenin proje ile çok yakından ilgilendiğini sözlerine ekledi.
msn haber

4/04/2011

yunanistandaki özel tv kanalı tarih kitaplarındaki osmanlı karşıtı efsaneleri çürüttü

Yunanistan okullarında okutulan tarih kitapları, çeşitli efsanelerden ve mitolojiden esinlenen kahramanlıklarla doludur.

Ancak bu tarih kitaplarının bel kemiğini Bizans tarihi ve Yunanlıların 1821 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na karşı ayaklanması oluşturuyor.

Yani 4 yüzyıl boyunca Osmanlıların Yunanlılara çektirdiği eziyetler, çocuk kaçırmalar, ağır vergiler, zorla Müslümanlaştırmalar, okullar yasak olduğu için çocukların gizli okullara gitmek zorunda kalması, din adamlarının şişlenmesi gibi Osmanlıya ve dolayısıyla Türk dünyasına kin ve nefret aşılayan efsanelere ve mitlere geniş yer ayrılıyor.

Son yıllarda Türkiye ve Yunanistan'ın milli eğitim bakanlıkları arasında yürütülen görüşmelerde gerek Türk gerekse Yunan tarih kitaplarında birbirlerinin uluslarına karşı kin ve nefret uyandıran bölümlerin tasfiye edilmesini hedefleyen çalışmalar yapılıyor.

Ne var ki, bu resmi temaslardan henüz özlü bir sonuç alınmış değil.
Cesur adım

İşte böyle bir ortamda Yunanistan'ın özel Sky TV kanalı bu yolda cesur bir adım attı.

Sky TV, Yunan, Türk, İngiliz, Fransız ve Alman tarih profesörlerinin katılımıyla 8 bölümlük bir dizi yayınladı ve Yunan tarih kitaplarındaki Osmanlı karşıtı efsaneleri teker teker çürüttü.

Bu dizilerde Osmanlı yönetiminde uygulanan vergilerin dışında, zorla Müslümanlaştırmaların olmadığı, okulların yasaklanmadığı, Yunan din adamlarının imtiyazlı oldukları, ve zaten bu nedenle Patrik dahil bir çok din adamının ayaklanmaya karşı geldikleri, ticaretin serbest olduğu ve bir çok Yunan köyünün bu dönemde zenginleştiği gibi okullarda okutulan efsanelere taban tabana zıt düşen yaşam koşulları ortaya çıkarıldı.

Ancak aynı dizide o dönemdeki Osmanlının şark anlayışı nedeniyle Yunan toplumunun Batı'daki Rönesans devrimini kaçırdığı ve daha çok Osmanlıların yaşam tarzına uymayı tercih ettiği gibi bölümlere de yer verilmiyor değil.

1821 adlı TV dizisinde Yunanlıların Osmanlı yönetimine neden ayaklandığına da ışık tutuluyor.
Milliyetçiler rahatsız

190 yıl önceki Yunan ayaklanmasının aslında Osmanlı yönetiminin çektirdiği eziyetlere karşı değil, o yıllarda dağılmaya yüz tutan Osmanlı İmparatorluğu'nun tamamen çökmesini arzu eden yabancı güçlerin sayesinde başlatıldığını anlatan Yunan tarih profesörleri bile "Ayaklanma ilk önce çetelerin kışkırtılmasıyla başladı" diyorlar.

Aynı dizide 1821 ayaklanması süresinde yalnız Osmanlıların Yunanlıları değil, Yunan ihtilalinin başını çeken milli kahramanlarının da Yunan topraklarındaki zengin Türk köylerini nasıl kılıçtan geçirildikleri, yağmaladıkları ve ganimetlerden pay almak için birbirleriyle nasıl savaştıkları da anlatılıyor.

Yunanistan'da aşırı milliyetçilerin ve kilise çevrelerinin şiddetli tepkisine yol açmasına rağmen, 1821 dizisi Yunanistan'ın kendi tarihiyle yüzleşme cesaretini gösterdiği için Yunan eğitim standtarlarına göre bir devrim olarak algılanıyor.
bbc türkçe yaşam

4/01/2011

başbakana erbilde teslim edilen yüzyıllık osmanlı imparatorluğu çeki

Erbilli işadamı Eşref Sadun Taha Köprülü, dedesinin vasiyetini yerine getirmek için sakladığı 100 yıllık emaneti Başbakan Erdoğan’a verdi.

Irak’ın kuzeyine tarihi bir ziyaret gerçekleştiren Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin Erbil Başkonsolosluğu'nun açılışında ilginç bir olay yaşadı. İşadamı Köprülü, dördüncü kuşak dedeleri olan Mustafa Oruçlu Köprülü’den kendilerine 1909 yılında kuşaktan kuşağa geçen bir vasiyet ve emaneti Erdoğan'a iletti.

100 Yıllık Vasiyet...
Erbilli iş adamının anlattığına göre, dördüncü kuşak dedeleri olan Mustafa Oruçlu Köprülü, 1909 yılında Osmanlı'nın yıkılması ile birlikte o döneme ait bir çek vererek, “Bu çekin gerçek sahibi 100 yıl sonra buraya gelecek, bunu ona verin” diye vasiyette bulunur. Bu vasiyet kuşaktan kuşağa geçer. Taha Köprülü Ailesi, gözü gibi baktığı emaneti, bölgeye dedelerinin işaret ettiği tarihte Erbil’e bir tarihi ziyaret gerçekleştiren Başbakan Erdoğan’a verme kararı alır.

Ancak Erdoğan’ın koruma güvenlik duvarını aşamayan Erbilli işadamı Eşref Sadun Taha Köprülü, bağırarak, “Başbakanım size bir emanet var. Osmanlı'dan kalma” diyerek ulaşmaya çalışır. Bunun üzerine Erdoğan kendisini yanına çağırıp emaneti alır; ancak korumaları kendisini başka yöne iter. Bunun üzerine Köprülü, bu çekin bir vasiyet olduğunu ve yıllardır sahibini beklediğini Erdoğan’a söyleyemez.

İşadamı bu yüzden Cihan Haber Ajansı yoluyla Başbakan Erdoğan’a çekin hikayesinin iletmek istediğini belirtiyor.

Gizemli Çekin Hikayesi Şöyle...
Eşref Sadun Taha Köprülü, sır çekin hikayesini ve 100 yıldır sahibinin gelmesini beklediklerini şöyle anlatıyor:

“Dördüncü kuşak dedem Mustafa Oruçlu Köprülü, 1909 yılında Osmanlı'nın yıkılması ile birlikte elinde o döneme ait yarım Osmanlı Lirası tutarında bir çek kalır. O günün parası bin dolar civarında. Bunu gören yakın ve arkadaşları dedeme 'artık Sultan Abdülhamit dönemi bitti, Osmanlı yıkıldı, artık bu çek geçerli değil, bunun hiçbir hükmü ve geçerliliği kalmamıştır' diye söyler. Dedem Mustafa Oruçlu Köprülü, bunu oğullarına vasiyet ederek, ‘Bu çeki kaldırın bunun gerçek sahibi 100 yıl sonra mutlaka buraya gelecek, bunu ona verin’ der ve bize bu emaneti bırakır.”

Taha Köprülü, kendilerinin bu vasiyeti ne zaman yerine getireceklerini düşünürken, Erdoğan’ın, dedelerinin dediği tarihe denk gelen bir ziyaret gerçekleştirdiğini öğrenince çok sevindiklerini belirtiyor.

Eşref Sadun Taha Köprülü, Başbakan Erdoğan’ın programına davetli olduğundan bu emaneti kendisine orada vermeye karar verir. Ancak korumaları hesaplamayan Taha Köprülü, Erdoğan’a yaklaşamayınca bağırarak ulaşmaya çalışır.

Kendisine, “Sayın Başbakanım Osmanlı'dan kalan bir hediyeniz var” diyen Eşref Sadun Taha Köprülü, gerisini ise şöyle anlatıyor:

“Sesimi duyarak bana, ‘Gel bakalım. Bu nedir’ dedi. Ben de üzerinde 1909 yılına ait Devlet-i Aliye-i Osmanlı yazılı Yarım Osmanlı Lirası tutarında Seri A 9516444 nolu çeki kendisine verirken korumalar beni arka plana itti, çekin hikayesini anlatamadım kendisine. Sayın Başbakan da çeki inceledikten sonra cebinde çıkardığı bir kağıdın arasına koyarak özenle tekrar cebine koydu. Hatta Sayın Erdoğan çeki alınca, gülerek ‘Zengin oldum’ dediğini de duydum, ama kendisine çekin tarihi ve olayını anlatamadım. Ancak bu vasiyeti yerine getirdiğim için emaneti teslim ettiğim için çok sevinçli ve gururluyum.”
trt türk

12/23/2010

osmanlı'da kullanılan kokuların reçetesinden parfüm yaptılar

Bursa'da 40 ülkeden 150'si yabancı olmak üzere toplam 210 firmanın katılımıyla düzenlenen Avrasya El Sanatları ve Hediyelik Eşya Fuarı sürüyor.

Özellikle kadınların yoğun ilgi gösterdiği fuarda, Osmanlı dönemi saray kokularının satıldığı stantta farklı bir yoğunluk yaşanıyor. Yıllar öncesinin kokularını günümüzde tekrar üreten firma, 12 çeşit parfümü Bursa'daki ziyaretçilerine sunuyor.

Firmanın sahibi Hamza Topal, Fransa'daki Louvre Müzesi'nde birçok Osmanlı eserinin bulunduğunu belirterek, ''Zamanında Avrupa'ya kaçırılan Osmanlı eserleri arasında saray kokuları da bulunuyor. Biz uzun çabalar sonucunda bu kokuların reçetelerini aldık'' dedi.

Müzede Osmanlı dönemi kokularıyla ilgili oldukça detaylı bilgiler bulunduğunu dile getiren Topal, şöyle devam etti:

''Ulaştığımız bilgilere göre, 1800'lü yıllarda Londra'da düzenlenen bir sergiye Osmanlı, 40 koku gönderiyor. Bu etkinlikte kokular 83 altın madalya kazanıyor. Hatta kokular, sergiye katılan kadınlar tarafından adeta kapışılıyor. Bu kadar talep görünce özellikle Fransızlar kokuların peşine düşüyorlar. 1900'lü yıllarda da kokuların formülleri ele geçirilip götürülüyor. Şu anda müzede kokuların reçeteleri kadar, özellikleri, kullanma saatleri gibi birçok detay yer alıyor.''

Topal, bu kokuların 12'sinin reçetesini aldıklarını ve geçen yıl üretimine başladıklarını vurgulayarak, erkek ve kadınlar için ürettikleri saray kokularının büyük ilgi gördüğünü anlattı.

Padişah Ve Harem Kokuları
Şimdilik erkekler için ''Padişah'', 'Yavuz Sultan Selim'', ''Sadrazam'', ''Kaptanı derya'', kadınlar için ise ''Harem'', ''Cariye'', ''Sahra-i cedit'', ''Hürrem Sultan'' ve ''Saray'' kokularını sunabildiklerini dile getiren Topal, şunları söyledi:

''Erkek ve kadının ortak kullanabildikleri kokulardan ise 'Sema', 'Lokman hekim' ve 'Şehri İstanbul'u üretiyoruz. Hepsi çiçek özlerinden üretiliyor. Bu kokular içinde 'Padişah' ve 'Harem' adlı kokular daha fazla talep görüyor.

Padişah kokusu, dönemin padişahları tarafından geceleri kullanılıyormuş. İçinde çam kökü özü bulunan bu kokunun afrodizyak etkisi bulunuyor.

Yavuz Sultan Selim kokusu, çam ve kehribar ağırlıklı. Daha karakteristik ve gizemli bir koku olduğu için Yavuz Sultan Selim tarafından daha çok toplantılarda kullanılıyormuş.

Bu kokunun karşısındaki hükmedici bir etkisi var. Kaptanıderya ise daha çok yazın kullanılıyor.''

Topal, kadına yönelik olanlardan ''Harem'' kokusunun sümbül özünden yapıldığını belirterek, afrodizyak etkisi bulunan bu kokunun kadının cazibesini artırdığı için günümüzde de halen büyük ilgi gördüğünü vurguladı.

''Cariye'' kokusunun lavantalı olduğu için kişinin stresi aldığını ve zihin açıcı özelliğinin bulunduğuna değinen Topal, bu parfümün ise özellikle geceleri vücudu dinlendirdiğini bildirdi.

''Hürrem Sultan'' kokusunun ise kehribar ve baharat karışımından oluştuğunu ifade eden Topal, ''Keskin ve etkileyici kokusu var.

Otoriter kadınların tercih ettiği kokunun sahibi, bulunduğu ortamda söz sahibi olur.

Sahra-i cedit kokusu, keskinliği ile dikkati çekiyor. Bu kokunun da afrodizyak etkisi oldukça yüksek'' dedi.
trt türk