Dünya

Dünya
Deniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8/10/2011

çin hükümeti yüzer kütleyi turist göndereceğiz diye boğazdan geçirdi uçak gemisi yaptı

Tüm dünyayı korkutan ve Türkiye'den geçişi tartışma yaratan Çin'in "dev yüzen kütlesi" sabah saatlerinde ilk kez denize açıldı...
Yüzer kütle olarak boğazlardan geçen 'Varyag', Çin'in uçak gemisi olarak ilk kez denize açıldı. Çin'in resmi haber ajansı Xinhua, ülkenin kuzeydoğusundaki Dalian limanında uçak gemisi haline getirilen Varyag'ın, sabah saatlerinde ilk kez denize açıldığını duyurdu. Huanqiu gazetesi, yerel saatle sabah 6'da limandan demir alan Varyag'ın kendi motorunu kullanmadığını belirterek, römorkörler tarafından çekildiğini bildirdi. Çin Hükümeti, Ukrayna'dan satın aldığı ve motoruyla dümeni olmadığı için 'yüzer kütle' olarak adlandırılan Varyag'ı yıllarca süren kapsamlı bir restorasyon sürecinden geçirdi. Bu süreçte, tüm yaşam ve çalışma alanları ile motor, enerji ve navigasyon sistemleri kurulan Varyag'ın, donanmanın temel uçak gemisi kabiliyetlerinin geliştirilmesinde kullanılabileceğine işaret ediliyor. Çin, Varyag'ın boğazlardan geçiş izni için Türkiye'ye 'Resmi Turist Güzergâhı Statüsü' vermiş, turizm sektörünü de 2.5 milyon Çinli turist gelecek hayali sarmıştı. Çin basınında yer alan haberlere göre, 2010'da Çin'den Türkiye'ye giden turist sayısı yıllık bazda yüzde 12 artış göstererek 77 bine ulaştı.

7/18/2011

nesli tükenmekte olan köpekbalıklarına dikkat çekmek için nikahlarını deniz altında 200 davetli ile kıydılar

41 yaşındaki Alberto dal Lago ve 43 yaşındaki Karla Munguia, Meksika'nın Cancun kentinde, yaklaşık 200 dalgıçın katıldığı bir törenle suyun beş metre altında evlendi.

Gelin beyaz giysisiyle törene katılırken damat tüplü dalgıç giysisinin üzerine bir papyon taktı.
Yeni evli çift, suyun altında evlenerek, dünyanın dikkatini nesli tükenmekte olan köpekbalıklarına çekmek istediklerini söylediler.

7/08/2011

ilk dünya haritasını çizen piri reisin idamında hürrem sultanın rolü

Kanuni Sultan Süleyman'ın dönemi, büyük fetihler dönemiydi. Piri, 1523'deki Rodos seferi sırasında da Osmanlı Donanması'na katıldı. 1524'de Mısır seyrinde kılavuzluğunu yaptığı sadrazam Pargalı Damat İbrahim Paşa'nın takdiri ve desteğini kazanınca, 1525'da gözden geçirdiği Kitab-ı Bahriye'sini İbrahim Paşa aracılığıyla Kanuni'ye sundu.
Piri Reis'in 1526'ya kadar olan yaşamı Kitab-ı Bahriye'den izlenebilir. Piri Reis, 1528'de, ilkinden daha içerikli ikinci dünya haritasını çizdi. 1533 yılında Barbaros Hayrettin Paşa kaptan-ı derya olunca Piri Reis de Derya Sancak Beyi (Tümamiral) ünvanı alan Piri Reis, sonraki yıllarda, güney sularında devlet için çalıştı. Barbaros'un 1546'da ölümünün ardından Mısır Kaptanlığı (Hint Denizleri Kaptanlığı da denilirdi) yaptı, Umman Denizi, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi'ndeki deniz görevlerinde yaşlandı. Osmanlı donanmasında yaptığı son görev idamıyla sonuçlanan Mısır Kaptanlığı oldu.
Mısır Kaptanı Piri Reis 1552'de Umman ve Basra üzerine 30 gemiyle çıktığı seferde, Hürmüz Kalesi'ni kuşatmıştı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanmasıyla Basra'ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı orada bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır'a döndü, gemilerden birisi yolda battı. Donanmayı Basra'da bırakması kusur sayıldığı için Mısır'da hapsedildi. Basra valisi Kubat Paşa'ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın politik hırsı yüzünden hakkında padişaha olumsuz rapor verildi ve dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanı üzerine 1554'te boynu vurularak idam edildi. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis'in terekesine devletçe el konuldu.

Piri Reis'in idamında Hürrem Sultan'ın rolü olduğu hakkında bir rivayet vardır[1]. Hürrem Sultan'ın Kırım'dan Kemal Reis ve Piri Reis'in gemisi ile İstanbul'a getirildiği iddia edilir. Piri Reis'in dünya haritasının parçası Topkapı Sarayı Harem Dairesi'nde bulunmuştur. Hürrem Sultan'ın Piri Reis'in başarısının önüne geçmek için dünya haritasını parçaladığı ve parçaların Rusyaya gönderildiği ve ardından Kanuni'nin aklına girerek Piri Reis'i idam ettirdiği iddia edilir.

barbaros hayrettin paşanın anlatımı ile preveze deniz zaferinin kazanılması

" Kafir donanmasının ise o gece üzerine bir pus çöktü ki birbirlerini görmek oldular.Benim limandan çıkacağımı ise hiç zannetmiyorlardı. "Barboroşo bizden korktu, gayri limandan taşra çıkmaz." derlerdi. Zira kafirler gelip oraya lenger-endaz olalı üç günolmuştu. Bizden bir hareket görmediklerinden böyle kanaatgetirmişlerdi. Amma, düşman düşmanın halinden bilmez, demişler.Bizim yattığımız Preveze limanından öyle olur olmaz rüzgar ile çıkılmaz idi. O sebepten çıkışı rüzgarın içerden eseceği bir mübarek saate tehir etmiş idim. Seksen parelik donanmamı üç bölük ettim. Tenbih ettim ki:
"Bizim gemi alayı kafirin alayına karşı olsun. Bizim firkate alayı kafirin firkatealayına, kalite alayı kafirin kalite alayına mukabil olsun!"

Böylece taksim edip at başı beraber İslam donanması kafir donanmasının üzerine gitmekte olduk. Amma kafirler karanlık pusun içinde, demir üzerinde kendi havalarında yatırlar idi. Bizi ardımızdan sürüp oraya getiren nusret rüzgarı, varıp kafir donanmasının üzerindeki pusu da dağıttı. Kafirler gördüler ki İslam donanması üzerlerine bindirip varır. O zaman kafirlerin içinde, bir ana buba günü bir şaşkınlık, bir rubulya koptu ki, demek olmaz!Daha alaca karanlık olduğundan demirlerini kesip birbirlerinin üzerlerine düşüp,kafir donanmasiyle Müslüman donanması karmakarışık oldular. Otuz altı pare geminin önünde olarak, forsa sancaklarını dikip foralabanda arslanlar gibi yollu yolunca ateşlerimizi saçarak cenge giriştik. Kalite alayımız kafirlerin kalitelerini allak bullak edip kimini alıp, kimini batırmakta, kimisini ise kafirler bırakıp kaçmakta idiler. Firkate alayı dahi, kafir firkatelerinin kimini alıp, kimini baştan kara edip, kiminidahi koğup gitmekte idiler. Elhasıl kafir donanması münhezim olup, asakir-i İslam mansur ve muzaffer oldu. Kafir gemilerinden sekiz paresi kuru tekne olarak on beş tanesi alındı, yedisi batırıldı. Kafir kalitelerinden yedisi cenk ederek, ikisi içindekilerin bırakıp kaçmasıyle dokuz kalite alındı. Kafir firkatelerinden on iki pare firkate alındı. Netice-i kelam kafirlerin yüz yirmi pare donanma-yı menhuselerinden otuz altı adet tekne alındı, kalanı firar edip gittiler. Firkateler ve sandallar deryanın yüzünden kafirleri devşirdiler, kimisi de boğulup cehenneme gitti. İkibin yüz yetmişbeş kafir esir alındı."

Barbaros Hayrettin Paşa


(Barbaros Hayreddin Pasa, Katip Çelebi'nin ifadesine göre Kur'an'dan ayetleri yazdırdığı sayfaları deniz yüzüne serptirip Allah'a niyazda bulunur. Bunun üzerine rüzgâr hafifleyip yön değiştirir.)

7/04/2011

japonlar denizin dibinde yeryüzünün on katı kadar nadir element buldular

Japonya, yüksek teknoloji ürünlerinde kullanılan nadir element üretiminde Çin'in tekeline son verebilir.
Deniz yatağında maden arama faaliyeti

Deniz yatağında maden arama faaliyetilerinin artması çevrecileri kaygılandırıyor

Japon araştırmacılar, Pasifik Okyanusu'nda deniz yatağında bu metallerden önemli miktarda bulduklarını açıkladı.
Jeologların tahmine göre, yeni keşfedilen metal rezervi 100 milyar ton civarında.

Oysa şu ana kadar yer üstünde bilinen metal rezervi yaklaşık 110 milyon ton.

Nadir elementler, ya manyetik özelliğe sahip ya da düşük ışıkta parlıyor.

Bu metaller, güneş enerjisi panelleri, elektrikle çalışan otomobiller ve hafif pil üretimi için önemli bir hammade.
Üretim tekeli Çin'de

Nadir elementler, 17 elementten oluşan bir metal grubu.

Cep telefonlarından rüzgar türbinlerine kadar birçok alanda da faydalanılan bu metallerin halen yüzde 97'si Çin'de üretiliyor.

Keşfedilen son metallerin ticari alanda sorunsuz kullanılabileceğinin kanıtlanması halinde, Japonya'nın bu alanda Çin'in tekeline son verebileceği belirtiliyor.

Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri geçen yıl Çin'den, nadir element üretimindeki tekelini kötüye kullanmamasını istemişti.

Çin ise doğayı korumak için üretimi kıstığını bildirmiş ve bu alandaki tekelini kötüye kullandığı iddiasını reddetmişti.

Son yıllarda deniz yatağında maden arama faaliyetilerinin artması ise çevrecileri kaygılandırıyor.

7/01/2011

atatürkün bilinmeyen denizci üniformalı fotoğrafı kişisel arşivden çıktı

Büyük önder Atatürk'ün bilinmeyen bir fotoğrafı bulundu.

76 yıl önce, 20 Şubat 1935 yılında Silifke'de çekilen bu fotoğrafın iki önemli özelliği var. Bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmayan bu fotoğraf aynı zamanda Atatürk'ün deniz üniformalı ilk ve tek fotoğrafı.

Osman Sinanoğlu adındaki bir Silifkeli'nin kişisel arşivinden çıkan fotoğrafta Atatürk, dönemin yöneticileri ve ön sırada çocuklar bulunuyor.

Fotoğraf, Uluslararası Silifke Kültür Haftası kapsamında sergilenecek.

dünyanın en uzun deniz köprüsü artık amerika'da değil çin'de toplam uzunluk 42 km.

5200 kolonun üzerine inşa edilen ve 42,4km uzunluğuyla 'dünyanın en uzun deniz köprüsü' unvanını kazanan Ciazou Körfezi Köprüsü Çin'de trafiğe açıldı.

Çin devlet basını, köprünün tüm kontrolleri yapıldıktan sonra Perşembe günü trafiğe açıldığını bildirdi.

Denizin dibindeki bir tünele bağlanan köprü, 4 kilometre farkla Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Lake Pontchartrain Causeway'i geride bırakarak 'dünyanın en uzun deniz köprüsü' sıfatına hak kazandı.
Yapımı dört yılda tamamlanan köprünün 1,5 milyar dolara mâl olduğu belirtiliyor.

Köprüden günde 30 bin aracın geçmesi bekleniyor.

5/19/2011

1998 yılına kadar varlığı keşfedilemeyen denizlerin en ilginç canlısı

İlk bakışta ne olduğunu anlamak çok zor. Bilim adamları zaten bu yüzden 1998'e kadar varlığından haberdar olunmadığını savunuyorlar. Çünkü bir anda, istediği pek çok deniz canlısına dönüşebilen bu garip ahtapot, yüzyıllarca kendisini bir başka canlı gibi göstermiş.
1998'de Güneydoğu Asya açıklarında resmen keşfedildiği kayıtlara geçtiğinde "Mimic Octopus" ya da "taklitci ahtapot" olarak adlandırıldı.


Gezegenin en ilginç canlılarından biri olarak nitelenen "taklitçi ahtapot", tehlike anında, duruma göre yılan balığına, yassı balığa, aslanbalığına, deniz yıldızına, dev yengeçe, vatoza, denizanasına dönüşebiliyor. Sadece görüntüsü değil, hareketleri de onları taklit ediyor.
Bir voleybol topu büyüklüğündeki ahtapot kolaylıkla bir kola kutusuna girebiliyor. Bu müthiş yeteneği onu, gezegenin en ilginç canlılarından biri yapıyor.


Bu ilginç canlı aynı zamanda kendini tahlikede hissettiği an rengini suyun rengine dönüştürerek suyun içinde tamamen saydam oluyor ve düşmanları tarafından farkedilemiyor.

3/30/2011

baltık denizine 24 yıl önce şişe içinde bırakılan mektup bulundu

Mektup gönderme alışkanlığı neredeyse tarihe karışmış durumda. Artık birçok kişi hızlı, kolay ve üstüne üstlük bedava oluşu nedeniyle mektup yerine elektronik postayı tercih ediyor.

Ancak haberleşmek eski çağlarda günümüzdeki kadar kolay değildi. İnsanoğlu haberleşme araçları bugünkü teknolojiye ulaşıncaya kadar duman, posta güvercini veya şişe içinde denize bırakılan mektuplar gibi birçok yolu denedi.

Bir mektubun yıllar süren yolculuğu
24 yıllık mektubu 13 yaşındaki Daniil Korotkich buldu24 yıllık mektubu 13 yaşındaki Daniil Korotkich buldu
Şişe içindeki mektuplar özellikle "bir adada mahsur kalma" hikayelerinin olmazsa olmazıdır. 5 yaşındaki bir erkek çocuğunun şişe içinde Baltık Denizi'ne bıraktığı böyle bir mektubun yolculuğu yaklaşık 24 yıl sürdü. Mektubu Kaliningrad yakınlarındaki Dünen'de yaşayan 13 yaşındaki Daniil Korotkich buldu. Komsomolskaja Prawda gazetesinin haberine göre 7 Eylül 1987 tarihli mektubu, bu tarihte 5 yaşında olan Alman Frank Üsbeck'in babası yazmış, o da imzalamıştı.

Rus muhabirler hâlâ mektupta yazan adreste ikamet eden ebeveynleri vasıtasıyla bugün 29 yaşında olan ve bir bankada çalışan Üsbeck'e ulaştı. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen mektubun bozulmamış olması Üsbeck'i şaşkınlığa uğrattı.

Frank Üsbeck 24 yıl sonra mektubunu bulan Daniil Korotkich'le teknolojik ortamda karşı karşıya geldi. Rus televizyon kanalı NTV ikiliyi video sohbet yaparken görüntüledi. Korotkich çerçevelediği mektubu gururla kameralara gösterdi.
deutsche welle türkçe

3/16/2011

ingilizler çanakkalede sahte tahta gemilerden savaş filosu oluşturmuşlar

1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler, akla gelmeyecek bir hileye başvurup, 14 tahta gemiyi gerçek savaş gemisi gibi dünya denizlerinde yüzdürdü.
'Çanakkale 1915' adlı dergiden derlenen bilgilere göre, 1. Dünya Savaşı sırasında dönemin en güçlü donanmasına sahip ülkeler arasında yer alan İngiltere'nin başvurduğu savaş hileleri inanılmaz boyutlardaydı.

İngilizler, özellikle Gelibolu Yarımadası'ndan çekilmenin hesaplarını yaptığı sırada Türk askerlerinin bu çekilmeden haberdar olmaması için değişik savaş hilelerine başvurdu.

General Hamilton'un anılarında, savaş hileleriyle ilgili olarak şu anektod yer alıyor:

'Türk askerlerini şaşırtmak için yolcu gemilerine, şileplere sahte bacalar, sözde toplar, uydurma direkler eklendi. Böylece İngiliz gemileri 'Tiger' ya da 'lnflexible' kruvazörlerine benzetildi. Karşı taraf bu gemilere ateş edip, boşuna pek çok mermi harcadı.'

İngiltere 1. Deniz Lordu Amiral John Arbuthnot Fisher'in planına göre, Invinsible ve Inflexible gibi gemilerin tahtadan aynıları yapıldı ve gerçeklerinin yerine Akdeniz'e gönderildi. Gerçek gemiler ise, Falkland savaşında Alman savaş filosuyla mücadele etti.

Gemilerden Inflexible, Çanakkale'ye geldiğinde Amiral Carden'e sancak gemisi oldu, 19 Şubat ve 18 Mart bombardımanlarına katıldı. 18 Mart günü akşama doğru Çanakkale Boğazı'nda bir mayına çarparak ağır yara alan gemi, Bozcaada'ya baştan kara etti. Burada karaya oturduğu bölgeden kurtarılan gemi, başka gemilerin yedeğinde Malta'ya onarıma götürüldü.

ALMAN YÜZBAŞININ SEVİNCİ ŞAŞKINLIĞA DÖNÜŞTÜ
Alman denizaltısı UB-8'in kaptanı Yüzbaşısı Ernst von Voigt, 30 Mayıs 1915 günü denizaltısının periskobundan baktığı sırada saat 20.00 sularında, batmak üzere olan güneş ışınlarının aydınlığında avını gördü.

Bir İngiliz savaş gemisi 'zig zag' çizerek yol alıyordu. Periskopta gördüğü gemiyi vurursa, bu gemi vurduğu üçüncü büyük düşman savaş gemisi olacaktı bu sularda batırılan... Von Voigt, İngiliz dretnotunun bulunduğu açı ve mesafeyi ayarladıktan sonra ateş emrini verdi.

Denizaltı personeli, torpillerden ikisinin isabetiyle önce büyük bir sarsıntı, ardından da bir gürültü hissetti. Durumu periskoptan izleyen Von Voigt, düşman gemisinin hızla batmak üzere olduğunu fark edince hemen su yüzüne çıkma emri verdi. Zırhlının kimliğini öğrenmek için o tarafa doğru yönelmişti. Bu sırada güverteye çıkmış olan denizaltı mürettebatı da 'Hurra' diye bağırıyordu.

Ne var ki, olay yerine yaklaşınca, sevinçleri büyük bir şaşkınlığa döndü. Çünkü, denizin üstünde 343 milimetrelik bir kaç top namlusu yüzüyordu. En sağlam çelikten yapılmış olması gereken bu top namlularının su üstünde yüzmesi inanılacak şey değildi. Biraz ileride de dretnotun kaptan köşkü de batmış bir mavna gibi yüzüyordu. UB-8'in kaptanı ve mürettebatı, o zaman olayın anlamını kavradılar. İngilizler, tahtadan yapılmış eklentilerle bir dretnota benzetilmiş bu gemiyle Alman denizaltısını kandırmıştı.

'SAHTE TAHTA GEMİLER NE OLDU?'
Savaşın başında Britanya Kraliyet Donanması'nın elinde mevcut gemi sayısını daha fazla göstererek düşmanı caydırmak, yine düşmana hissettirmeden sahip olduğu gemilerin yerini değiştirebilmek için uyguladığı program sonucu, büyük ticaret gemileri ve okyanus aşırı gidip gelen yolcu vapurlarından 14 tane 'tahta zırhlı' üretilmişti.

Bunların hepsine gerçek gemilerden birer model bulunmuş, tahta ve branda malzemesinden bacadan taretlere kadar orijinal geminin tüm güverte üstü taklit edilmiş, yine onlar gibi aynı renklere boyanmıştı.

Hilenin amacı, donanmanın nerede bulunduğu konusunda düşmanın kafasını karıştırmak ve donanma gücünü olduğundan fazla göstermekti, ama ne kadar işe yaradığı da anlaşılamadı. Taklitler son derece başarılıydı, fakat bu gemilerin savaş boyunca sağladığı başarının ne olduğu hiç bilinemedi.

Bu 14 gemiden sadece Merion gemisi battı. O da, 30 Mayıs 1915 günü, Çanakkale civarında devriye gezen UB-8 tarafından batırılan HMS Tiger taklidiydi. Diğer gemi HMS Orion taklidi Oruba ise, Gökçeada'daki Kefalo koyuna dalgakıran olmak üzere bizzat İngilizler tarafından batırıldı. Geri kalan 12 gemi ise 1916'nın başından itibaren çeşitli görevler için dünya denizlerine dağıtıldı.

AA
mynet

2/16/2011

türkiye'nin en büyük akvaryumu nisan ayında istanbulda açılıyor

İstanbullular yakın zamanda birbirinden ilginç balıkları ve bazen de ürküten deniz canlılarını görme fırsatını yakalayacaklar.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan Türkiye'nin en büyük akvaryumu Nisan ayında açılıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş açılacak olan dev akvaryumla ilgili olarak: "Dünyada Karadeniz'den Pasifik'e kadar bütün kanalları ve körfezleri boğazları da içine alan bir tema yerleştirilmiş çok önemli bir akvaryum.Bu boyutuyla dünyada ilk." diye konuştu.

Florya'da hizmet verecek İstanbul akvaryumunda 15 bin balık yer alacak.

Akvaryum bünyesindeki yağmur ormanları da ilgi çekici noktalardan birisi...

Üç boyutlu deniz yolculukları başta çocuklar olmak üzere ziyaretçilerin ilgisini çekeceğe benziyor.

İki yüz atmış milyon liraya mal olan akvaryumu, yılda iki buçuk milyon kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.
trt türk

1/18/2011

greenpeace eylemcileri yasadışı trol avcılığı yapanları yakalattı

Geçtiğimiz haftalarda İstanbul Deniz Polisi, yasa dışı trol avcılığı yapan teknelere üst üste baskınlar yapmış ve pek çok teknenin malzemelerine el koymuştu. Buna karşın Boğaz'da bile trol avına devam eden tekneleri Greenpeace takibe aldı. Sabah 05.00 sularından itibaren trol avı yapana tekneleri arayan Greenpeace botları, Sarayburnu açıklarında balık yakalayan teknelerden birisini suçüstü yakaladı.

Kendilerine yanaşarak siren çalan ve ışıklarını açan Greenpeace botunu gören balıkçılar hemen malzeme ve takımlarını suya bıraktı. Fotoğraf çekip video görüntüsü alan Greenpeace eylemcileri, Kumkapı'ya kaçan tekneyi takip etti. Takip sırasında ihbar üzerine gelen Deniz Polisi, tekne hakkında tutanak tuttu. Greenpeace, teknenin suya bıraktığı malzemelerin koordinatlarını polise verdi.
Yasa dışı trol, Boğaz ekosistemini yok ediyor!

Bu eylemle Marmara Denizi'nde yasak olmasına karşın yıllardır umursamaz bir şekilde süregelen trol avcılığını afişe ettik. Trol tekneleri, Marmara'da yasa dışı ve aşırı avlanıyor ve deniz ekosisteminde telafisi olmayan bir tahribata neden oluyor.

Son zamanlarda yapılan denetleme ve baskınların devam edeceğini umarak biz de bunun takipçisi olacağız. Ancak burada asıl görev, yasadışı ve aşırı avlanma ile ilgili acil önlemler alması ve denetimleri sağlaması gereken Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na düşüyor. Hassas olan Boğaz ekosistemi ve kıyı balıkçısı, trolden çok olumsuz şekilde etkileniyor.
kovalamacayı izlemek için tıklayın

1/17/2011

imam'dan ilginç sanat çalışması yabandikeni kökünden figür yapıyor

Döngelli köyünün 41 yaşındaki imamı Nahit Açıksöz, ağaç ve yaban dikeni köklerinden çeşitli figürler yapıyor.

Sosyal bilimler fakültesi mezunu olan ve 21 yıldır imamlık yapan Açıksöz, 4 yıl önce caminin altında oluşturduğu atölyede, boş zamanlarını geçirmek için figür yapmaya başladığını belirtti.

Açıksöz, şöyle dedi:
"Ağaç köklerinin şekilleri beni çok etkiledi. Ormandan, çevremden ve denizde kıyıya vuran kökleri ve dalları toplayarak, hayal gücümü kullanarak bilim kurgu filmlerinde gördüğüm soyut varlıkları yapıyorum.

10/17/2010

deniz gezmiş ve arkadaşlarını sırıtarak astı boğularak öldü

Kimi kahramanlar idam edilir. Ve daha büyük kahraman olur. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Hiçbirinin celladı bilinmez.

sırıtarak astı boğularak öldü

İdamına karar veren de hatırlanmaz. Ve isimleri bir efsane gibi tarihle birlikte sonsuza kadar yaşar...
Bunun tek bir istisnası var: Ali Elverdi... Bir tek onun ismi yıllardır unutulmadı. Hep hatırlandı.

Bunun nedenini yıllardır düşündüm.





Sanırdım ki, Türk insanı Deniz’leri o kadar bağrına basmış ki, onları

astıranı bile unutamıyor. Deniz’lere olan sevginin büyüklüğünden

derdim...

Değilmiş...



Ali Elverdi’nin öldüğünde öğrendiğimde anladım nedenini. Sevincim her şeyin yanıtıydı...





Deniz’leri hepimiz çok seviyoruz, o ayrı. Ama Ali Elverdi isimli bu

adamı unutamamamızın nedeni bu büyük sevgi değil. Ona duyduğumuz derin

nefret...

***



Neden mi nefret ettik Elverdi’den?



Çünkü o bir simgeydi...

Ama Ali Elverdi

68’in yarattığı Atatürkçü-milliyetçi-sosyalist dalgaya son veren 12 Mart’ın simgesiydi.




Deniz’lerin idamıyla sonuçlanan o hukuksuz mahkeme sürecinin simgesiydi.



Faşizmin ne kadar akıl dışı, hukuk dışı, insanlık dışı olduğunun simgesiydi.



27 Mayıs sonrası idam edilen Menderes’lerin intikamının ateşiyle “3’e 3”, “kısasa kısas” böğürtüleriyle Deniz’leri idama gönderenlerin simgesiydi.



Ama Elverdi’ye nefretimizin nedeni bu kadar basit değil.



Dedim ya derin bir nefret bu...



Neden nefret ettik Elverdi’den bu kadar?



***



6 Mayıs sabahına gidelim...



Ankara Merkez Cezaevi avlusu...





Deniz’lerin idamına tanık olan herkes ağlamaklıdır. Sadece avukatları

değil, resmi görevliler dahil herkes... Deniz’in ipi çekildiğinde

hiçbiri kaldıramaz yerden bakışlarını...

Kimi utançtan...



Kimi gencecik bir insanın ölümüne tanık olmanın şokundan...



Kimi insaniyetten...



Kimi üzüntüden...



Kimi çaresizlikten...



Elverdi hariç...



O, keyif sigarasını tüttürmektedir.



Deniz’lerin avukatı Halit Çelenk o geceyi şöyle anlatıyor:



“Deniz’lerin

idamı sırasında gözümün önünden gitmeyen bir başka sahne ise, idam

cezasını veren Mahkeme Başkanı Ali Elverdi’nin, bir ağaca dayanarak

sigara içmesidir. Deniz, Yusuf ve Hüseyin darağacına doğru yürürlerken,

Elverdi sigarasını tüttürüp havaya üflüyordu. Ben bu davranışı da bir

işkence olarak tanımlıyorum. Çünkü o sigara acı değil, bir keyif

sigarasıydı.”

O derin nefretimizin bir nedeni bu olsa gerek...



***

bir keyif sigarasıydı



Deniz’lere idama giderken bile işkence yapmaya devam etmiştir 12 Mart

Faşizmi... Bütün gelenek ve adetlerin dışına çıkarak, Deniz’in idamını

Yusuf’a, Yusuf’unkini de Hüseyin’e izlettirirler...

Deniz’in idamı

ise ayrı bir olay olur. Uzun boyu hesaba katılmadığı için (muhtemelen

bilerek) çok acı çekerek canını verir Deniz. 50 dakika boyunca çırpınır

durur ipin ucunda. Ölürken bile işkence devam etmiştir.

Bu olanlarda Elverdi’nin de katkısı vardır mutlaka. Çünkü bunu yapacak karakterde biridir.



Belki de nefret ettiğimiz onun bu karakteridir...



***



Yıllar sonra verdiği röportajda “Deniz’leri idam ettik, o sayede terör durdu. Şimdi olsa yine asarım.” der. Ve ekler: “Keşke Mahir Çayan gibi diğer eşkıyaları da assaydık.”



Belki de bu yüzden nefret ediyoruz bu adamdan.



***





12 Mart faşizmi ödüllendirir Elverdi’yi. Kurmay olmamasına karşın

general yapılır. Üstelik sicili öyle başarılı falan değildir. Ama

Amerikancı generaller için en büyük zaferi kazanmıştır: Deniz’lerin

alelacele idam edilmesini sağlamıştır.

Nefretimizin bir nedeni de budur galiba. Kira davalarının bile 6 ay sürdüğü Türkiye’de idam kararını 3 ayda verebildiği için...



***





1974’te emekli olur Elverdi. 1976’da da Adalet Partisi’nden Bursa

senatörü seçilir. Seçim kampanyasında kendisini şöyle tanıtmıştır:

“1971’de

ilan edilen uzun süreli sıkıyönetim devrindeki mahkemelerin

Ankara’dakine başkanlık yaparak üç anarşisti adam cezasına

çarptırmasıyla gönüllerde taht kurmuştur. Yüzlerce komünist militanı

muhakeme ederek kızıl tehlikenin gözler önüne çıkarılıp, gerçeklerin

açıklanmasına sebep olmasıyla demokrasi mücadelesinde ayrı bir yer

kazanmıştır.”

Pişman

olmak bir yana yaptığıyla bu derece övündüğü için mi nefret ettik bu

adamdan? İdam cezalarını kendi reklamı için kullanmasına mı kızdık...

Sizi nasıl tanıtalım diye soranlara “Deniz’i astıran adam deyin” yanıtını vermesi mi çileden çıkardı bizi?



***





Yıllar sonra, 1980’de, “Bu Vatana Kastedenler” isimli bir kitap

yayınlar. Kitapta yaptığı tek şey sola, devrimciliğe saldırmaktır.

Küfrün bini bir paradır. Bu aslında düzeysizliğinin de göstergesidir.

Nâzım için şunları yazar mesela: “1930’dan 1940’lara kadar devamlı şiirler yazmış ve milleti zehirlemiştir.”



İlhan Selçuk’a ise şöyle saldırır:



“Bu

İlhan Selçuk denilen Moskova’ya gittiğinde Lenin’in mezarını ziyaret

etmiş, sarılıp öpmüştür. Ama bu şahıs, acaba bir bayram günü babasının

mezarına gidip fatiha okumuş mudur? Onu da kimse temin edemez. Bugün

bunlar serbest dolaşmakta, zehirleni bu memlekete her gün için kat be

kat artırarak akıtmaktadırlar. Ve bunların kitapları, bunların eserleri

maalesef ödül alıyor.”





Nâzım’ın şiirlerine, İlhan Selçuk’un yazılarına tahammül edemeyen,

“zehir saçtıklarını” düşünen bu faşist kafa “Türkiye’de faşizm var”

diyenlere ise şu yanıtı veriyordu:

“Ben faşist

değilim. Bu ülkede de faşizm yoktur. Bu memlekette hürriyetin en

yükseği, en büyüğü var. Birçok ülkelerde olmayan hürriyet var.”

Bu yüzsüzlüğü bile bu adamdan nefret etmek için yeterlidir.



***



Kitabında şunu da yazmıştır:



“Bu

beyni yıkanmış militanlar ölüm sehpasında dahi komünizm propagandası

yapıyor ve kendisinin arkasından gelecek olanlara cesaret vermek

istiyor. Onları astığımız için, Türk Ceza Kanunlarını, millet adına

muhakeme ederek tatbik ettiğim için bana ‘katil Elverdi’ diyorlar.”



Yıllar sonra Deniz’lere hâlâ “beyni yıkanmış” diye saldırabildiği için nefret ettik bu adamdan...




***





Elverdi, her devrin adamıdır. 60’lı yılların başında 27 Mayıs

revaçtadır. O da en sıkı 27 Mayısçıdır. O kadar ki, 27 Mayıs’ın 3.

yıldönümü töreninde Ordu adına resmi konuşmayı o yapar. “Ordu edebiyen milletin kendi kaderini idare etmesini sağlamaya kararlıdır” dediği konuşması gazetelerin baş sayfalarını süsler. (İnanmayan 28 Mayıs 1963 tarihli gazetelere bakabilir.)



1980 yılında yayınladığı kitabında ise tam tersi şeyler anlatır:



“27

Mayıs bir CHP oyunudur. Bunlar tezgahladı 27 Mayıs’ı. Orduyu tahrik ve

teşvik ettiler. Neticede 27 Mayıs oldu. Ama hemen arkadan bir 27

Mayıs’a karşı bir cunta kurduk.”



Bu kadar açık seçik yalan söylediği için mi nefret ettik bu adamdan?



***





22 Şubat ve 21 Mayıs için de aynı kahramanlık palavralarını anlatır

Elverdi. Halbuki başta Talat Aydemir’in bu girişimlerinin ikisinin de

içinde bulunmuş, ancak kaybedeceklerini anlayınca çark etmiştir. Ancak

olayları öyle bir anlatır ki, sanırsınız ki iki ihtilali de onun

kahramanlığı engellemiş.

Tabii yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Talat Aydemir, anılarında Elverdi’nin yalanlarını şöyle açığa çıkarır:



“O

gecenin bir numaralı kahramanı tanınan Kur. Yb. Ali Elverdi, mahkemeye

amme şahidi olarak gelmiş, kendisini hakiki bir kahraman gibi göstermek

için türlü yalanlar söylüyordu. (...) Ali Elverdi radyoevinde mukabil

anons yaparken Üsteğmen Erol Dinçer kendisini tevkif edip, Harb

Okulu’na getirmişti. Bütün işleri bozan ve bizim mağlup olmamızı

sağlayan bu şahsa karşı o anda büyük infial vardı. Talebeler çok

heyecanlı bir vaziyette onu öldürmek istiyorlardı. Ben mani oldum,

hattâ talebelerin tomsonlarına karşı ben göğsümü dayadım. Talebelerin

heyecanını teskin ettim. Ali Elverdi’nin hayatını o gece kurtardım.

Karargahta odama aldım, ayaklarıma kapanmış, Albayım sen bilirsin, ben

durumun böyle olduğunu bilmiyordum, ne istersen emret, yapacağım, diye

yalvarıyordu. İşte bu şahsiyetsiz insan, mahkemede ifade verirken bana

iftira ederek) kendisine odamda tabanca çektiğimi iddia ediyordu, benim

hayatta kimseye tabanca çekmediğimi, hele o gece tabanca kullanmaya hiç

ihtiyacım olmadığını görenler bilir, etrafımda ateş gibi

Harbiyelilerden, tomsonlu muhafızlarım vardı. Böyle bir vaka olmadı.

Ben şahidin yalan söylediğini iddia ederken, o beni yalancı duruma

sokmaya uğraşıyordu.”

***





Bir işbirlikçinin ne kadar zavallı hallere girebildiğinin güzel bir

örneğidir Elverdi. Belki de bu sayede Deniz’leri yargılayan mahkemenin

başkanı olmuştur.

******



İlahi adalet dedikleri bu galiba Ali Elverdi...



Eden bulur...



Sen Deniz’ler asıldığında, nefessiz kalarak, boğularak çırpına çırpına ölürken keyif sigarası içiyordun...



10 yıl geçti, 20 yıl geçti, 30 yıl geçti. Hesap vermekten kurtuldun sandın. Ama hak yerini illa ki buluyor.



37 yıl geçti, aynı ölümü sen de tattın...



Bir lokma tıkadı nefes borunu.



Boğula boğula öldün...



Çok çırpındın mı? Bilmiyorum.



Umrumda da değil.



Ama keşke diyorum, keşke...



Birkaç gün daha dayansaydın da 6 Mayısta ölseydin.



Ve keşke ben de sen çırpınırken karşında sigara içebilseydim.



Keyiflenmedim değil, ölümüne, keyiflendim. Hem de nasıl.



Ama içeceğim keyif sigarası olmayacaktı.

10/13/2010

dünyanın ilk su altı müzesini gördünüzmü

dünyanın ilk su altı müzesini gördünüzmü Meksika'daki Cancun kenti yakınında hazırlanan müzede 400 figür yer aldı.

Ulusal Deniz Parkı

Dünyanın ilk su altı müzesini yaratmış olan Jason de Caires Taylor projenin başında yer aldı. Denizin dibindeki heykel grubunun yeni bir mercan resifi oluşmasını sağlaması ve çeşitli deniz canlılarını Cancun'a ve Isla Mujeres Ulusal Deniz Parkı'na çekmesi hedeflendi.


Üzerinde titizlikle durulan proje ile her yıl bölgeye gelerek dalış yapan yaklaşık 300 bin turistin buraya çekilmesi ve doğal resiflere ilginin azaltılması hedeflendi.