Dünya

Dünya
Anadolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anadolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4/25/2013

Alman Hükümeti'nin başetmekte çaresiz kaldığı Mıhallemi aşiretleri

Güneydoğu Anadolu'dan 1920'li yıllarda Lübnan'a, oradan da Almanya'ya göç eden Mıhallemi aşiretleri Almanya'da organize suçlar alanında giderek sivriliyor. Kuzey Alman Radyoları NDR'de bu konuya ayrılan programda Mıhallemiler mercek altına alındı.


Yetkililer, Aşağı Saksonya eyaletinde Mıhallemilerin işlediği suçların son on yılda altı kat arttığına, vaka sayısının 100'den 600'e yükseldiğine dikkat çekiyor. Aşağı Saksonya Eyalet Emniyet Teşkilatı Başkanı Uwe Kolmey, NDR televizyonunda yayınlanan Panorama 3 programına yaptığı açıklamada geniş kapsamlı bir sorunla karşı karşıya olduklarını belirtiyor.

Soruşturma yürütmek zor

Kolmey, Mıhallemilere karşı başarılı bir soruşturma yürütmenin giderek daha da zorlaştığını, bu aşiretlerin Alman hukuk devletini reddettiğini, savcı ve yargıçlar ile görgü tanıklarının açıkça tehdit edildiğini belirtiyor.


Aşağı Saksonya eyalet mahkemesinden bir yargıç, eşinin erkek arkadaşını sokak ortasında öldüren Muhammed O. davasını örnek gösteriyor. Polise zanlıyı suçlayıcı şekilde ifade veren 50'yi aşkın görgü tanığı bulunmasına rağmen mahkemede hiçbiri konuşmaya cesaret edememiş. Başsavcı Thomas Pfleiderer, “Kimden tehdit aldıklarını söylemektense, yalan ifade verme suçu işlemeyi tercih ediyorlar' diyor.

Tehdit ve yıldırma

Muhammed O. davasında zanlıyı ömür boyu hapis cezasına hükmeden yargıç ise ölüm tehditleri nedeniyle emekli olmasına rağmen korumalarla geziyor.


Eskiden sadece büyük şehirlerde faaliyet gösteren Mıhallemiler giderek yayılıyor. Yetkililer, Hannover, Hildesheim, Stade, Achim, Wilhelmshaven, Peine, Göttingen, Osnabrück, Braunschweig, Salzgitter, Hameln, Lüneburg ve Delmenhorst kentlerinde aşiret üyelerine karşı soruşturmalar yürütüldüğünü belirtiyor. Aşiretlerin özellikle de Almanya'nın kuzeyinde kokain ticaretinde öncü rol oynamaya başladığı kaydediliyor.

Hukuk devletinin sınırları

Güvenlik birimleri aşiretlerin şiddete son derece eğilimli olduğu uyarısında bulunuyor. Namus cinayetleri, kan davası, adam yaralama, tehdit, hırsızlık ve uyuşturucu suçlarında Mıhallemi aşiret mensupları giderek öne çıkıyor. Mağdurların polise gitmeye cesaret edemediği ve suçluların ele geçirilemediği vakalar hiç de nadir değil. Aşağı Saksonya Eyalet Emniyet Teşkilatı Başkanı Uwe Kolmey, “Hukuk devletinde sınıra gelinmemesine dikkat edilmeli” diyor.Deutsche Welle Türkçe

11/29/2011

anadolunun her yerinde pişirilen keşkek unesco'nun korumasına alındı

Keşkeğin UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras listesine girmesi için yapılan başvuru, Endonezya'nın Bali kentinde düzenlenen toplantılarda bugün resmen karara bağlandı.
Keşkek ile birlikte dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen 84 başvuru içinden 19'u kabul edildi. Listenin yenilenmesiyle birlikte, UNESCO tarafından korunma altına alınan temsili somut olmayan kültürel miras sayısı 232'ye çıktı.

Yine aynı listede yer alması amacıyla nazar boncuğu için yapılan başvuru ise, dosyanın tam hazır olmaması nedeniyle şimdilik geri çekilmişti. UNESCO, daha önceki yıllarda ''Kırkpınar'', ''geleneksel sohbetler'', Karagöz'', ''Meddahlık'', ''Mevlevi Semahı'' ve ''Aşıklık'' geleneklerinin Somut Olmayan Kültürel Miras listesine alınmasını kararlaştırmıştı.

Türkiye'nin gelecek seneki toplantılara, Aşure ve Mesir'in listeye alınması içini başvuruda bulunması bekleniyor. UNESCO bünyesindeki Somut Kültür Mirası temsili listesi dışında, bir de aynı konuda ''Acil Koruma Gerektiren Liste'' bulunuyor. ''Acil Koruma Gerektiren Liste''de 27 somut olmayan kültür miras bulunuyor.

8/10/2011

troyalılar ve hititliler tarafından anadoluda kullanılan en eski dillerden luvi dili

Anadolu’nun en eski dillerinden biri olan Luvi dilinin ve lehçelerinin çözülmesi kültürel gelişimin Mezopotamya’dan veya Yunan yarımadasından Anadolu’ya değil, Anadolu’dan daha güneye ve batıya doğru yayıldığı tezini güçlendirmiştir.
Luvi diliyle yazılan Hitit hiyeroglif yazısı H.T. Bossert’in katkılarıyla 1946 yılında çözülmeye başlanmış ve çözülme çalışması tam anlamıyla 1960'ta Emmanuel Laroche tarafından tamamlanmış olduğundan, yer ve ilah adlarına ilişkin olarak, Batı’da bu tarihten önceki etimolojik açıklama getiren yazılar geçerliğini yitirmeye başlamıştır. Makedonyalı İskender döneminde Anadolu’nun Luvi ve Hitit kökenli adları hellenleştirilmeye çalışılmışsa da, esas yapılarını korumuşlardır. Anadolu ve Trakya’daki Yunanca yer adlarının yüzde yüzü olmasa da çok büyük bir kısmının Luvi dilindeki adlarından türetildiği anlaşılmış bulunmaktadır. Ayrıca eski Yunanca sanılan pek çok sözcüğün (dram, drama, tiyatro, komedya, tragedya vs.) Luvi kökenli olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Hattuşaş Nişantaş’ta bulunan Luvi dönemine ait hieroglif. Luvi dili üzerine en fazla araştırma yapmış yabancı isimler arasında Emmanuel Laroche, 1973’te bu dili "Luvi dili" olarak kabul edip, tanıtan David Hawkins, Piero Meriggi ve Ali M. Dinçol sayılabilir. Luvi sözcüğü Hitit dilinde “Işık İnsanı” anlamına gelir ki, Luvi dilinde "ışık, parıltı" anlamına gelen “LU” kökü birçok dile “Işık” anlamında geçmiş olup, birçok dilde halen kullanılmaktadır (Örneğin, ilah Apollon’un Likya’lı sıfatının kökeni Luvi dilinde ışık anlamına gelen, KURT anlamındaki “LYK” ya da "LU" sözcüğüdür ki, sözcük Latince’de LUX biçimine dönüşmüştür. Ayrıca, Hellen dilinde hiçbir anlamı bulunmayan Apollon adının kökeni de Luvi dilinde "su" anlamına gelen "apa" sözcüğünden gelmekte olup, ilk yazılışı Luvice ap(a)-ull(a)-wana’dır; bu ilah, Etrüsk dilinde Aplu, Apulu, ya da Aplum biçimlerinde belirtilmiştir). Günümüzde, Likçe denilen Likya dilinin Luvi dilinin bir türevi olduğu kabul edilmektedir. Luviler’in yaşadığı kentlerden biri, Luvi dilinin konuşulduğu Truva’dır (Troya).

7/18/2011

1974'te vurularak öldürülen en son anadolu parsı'nın yayınlanan resimli haberi ve hikayesi

1942 yılında Urla/İzmir'de bir çoban tarafından yakalanan bir pars yavrusu önce İzmir'li bir avcı tarafından satın alınarak 9 ay boyunca bakılmış, ardından da İzmir Hayvanat Bahçesi'ne hediye edilmiştir. "Zoza" ismi verilen bu Anadolu parsının 1946 yılında Cafer Tayyar Türkmen tarafından çekilmiş olan fotoğrafı, aynı zamanda Anadolu parsına ait canlı halde çekilmiş bilinen tek fotoğrafı olmuştur.
hürriyet gazetesinin haberi
Anadolu parsı varlığı ile ilgili son resmî kayıt 17 Ocak 1974 tarihinde Beypazarı ilçesinin 5 km batısında bulunan Bağözü köyünden bir kadına saldırması sonrasında vurularak öldürülmesiyle gerçekleşti. 2001 yılında Doğu Akdeniz bölgesi Dandi mevkiinde ve Doğu Karadeniz bölgesi Müsikli Deresi'nde, 2004 yılında da Doğu Karadeniz bölgesi Pokut Yaylası'nda görüldüğü iddia edilmiştir. Ancak bu alt türün doğal yaşam alanları bilindiğinden, özellikle bu son kayıtların bilimsel değeri yoktur ve muhtemelen vaşak ile ilgili olan bu gözlemleri, Anadolu parsı olarak lanse etmek muhtemelen sadece "iyi niyetli" bir spekülasyondan ibarettir.

Ayrıca 2006 yılında Mersin'deki Kayacı Vadisi ormanlık alanında kameralar tarafından bir Anadolu parsı tespit edildiği iddia edilmiş, ancak bu görüntüler de kamuoyu ile paylaşılmamıştır.
aynı özelliklere sahip iran parsı
Tüm bu iddiaların, doğa koruma örgütlerince, bu türe yönelik kamuoyu ilgisini maddî desteğe tahvil etmek için kurgulandığı iddiası da, farklı çevrelerce dile getirilmektedir.

20. yüzyılın sonlarını görebilmiş son bir kaç bireyin, soylarını devam ettirebilecek gen havuzuna sahip olmadıkları ve 21. yüzyıla ulaşamadıkları kesinleşmiş gibidir. Doğu Toroslar'da kalmış olabileceği varsayılan son 10-11 bireyle ilgili herhangi bir iz bulunamamıştır.

Anadolu parsının varlığını kanıtlamak için doğa gönüllülerinin çabaları aralıksız sürmektedir. Resmî olmayan kayıtlara göre Mersin çevresi en son görüldüğü yerlerdir. Ayrıca Dilek Yarımadası Millî Parkı Anadolu parsını millî park içinde korunan hayvanlar arasında göstermektedir. Bazı bilim adamları Anadolu parsının hala varlığını sürdürdüğünü ama gelecek için yeterli popülasyonunun olmadığını söylemektedirler.

Tür büyük olasılıkla aşırı avlanma sonucu yok olduğu tahmin edilmektedir. Mantolu Hasan adındaki yerel avcının tek başına en az 15 tane Anadolu parsı vurduğu bilinmektedir.Ayrıca 2009 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü tarafından Toros Dağları'nda yaşadığı iddia edilen Anadolu Parsı'nı görüntüleyebilmek için 50 adet fotokapan yerleştirilmiştir.Gözlemler Türkiye'nin önemli noktalarında devam etmektedir.


Eylül 2010'da Çevre ve Orman Bakanlığı ile Merkez Av Komisyonu tarafından çıkarılan kanuna göre,Anadolu parsının Türkiye sınırları dahilinde herhangi bir şekilde avlanması, 35.000 TL para cezasından başlayan yaptırımların yolunu açmaktadır.

7/04/2011

kösedağ savaşında tecrübeli kumandanları dinlemeyen selçuklu sultanı savaşı nasıl kaybetti

selçuklu sultanıKösedağ Muharebesi, Anadolu Selçuklularının, Moğollara yenilmesiyle sonuçlanan ve 3 Temmuz 1243 tarihinde meydana gelen savaş. Türk-İslâm tarihinde, önemli bir dönüm noktası teşkil eden bu savaş, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma sürecine girmesine sebep olmuştur.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin güçlü hükümdarı Alâeddin Keykubad’dan Moğollar çekiniyorlar, bu sebeple Anadolu’ya saldıramıyorlardı. Alâeddin Keykubad’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında cesaretlendiler. Anadolu içlerine doğru seferler düzenlemek için, İran’daki Moğol orduları başkumandanlığına Baycu Noyan getirildi. Kafkasya’daki Gürcü ve Ermeni kuvvetlerinden de yardım alan Baycu Noyan, Anadolu Selçukluları üzerine saldırmak üzere fırsat kolladı. Baba İshak İsyanından ve Gıyâseddin Keyhüsrev’in tecrübesizliğinden faydalanarak, 1242 senesinde Erzurum’a saldırdı. Korkunç zulümler ve katliamlar yaparak, Müslümanların mallarını yağmalattı. Bu haberi alan genç ve tecrübesiz Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev 80,000 kişilik ordusuyla Sivas’ta ordugah kurup beklemeye başladı. Sultanın Sivas'ta olduğunu haber alan Baycu Noyan, buraya hareket etti.

Moğol askerlerinin Sivas’a hareket ettiklerini haber alan Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, kumandanlarıyla istişare etti. Tecrübeli kumandanlar sultana silah ve erzakla dolu olan Sivas’ta kalmasını burada tertibat alıp, yorgun düşen Moğollara karşı harp edilmesini söylediler. Devletin ileri kademesinde bulunan, fakat tecrübesiz ve harpten anlamayan bazı kimselerin teşvik ve tahriklerine kapılan genç sultan harekete geçti. Sivas’ın doğusunda Suşehri ilçesinin güneyi Aksu Köyü'nünde güneyinde bulunan Kösedağ mevkiinde suyu ve otlağı bol olan bir yeri seçerek ordugah kurdu. Burası askerî bakımdan müdafaası kolay, Moğolların tecavüzüne imkan vermeyen bir araziydi.

Dağ geçitleri tutulmuş, düşmanın gelmesi bekleniyordu. Ne yazık ki, sultan yine tecrübesiz kimselerin teşvik ve tahrikiyle müstahkem mevkileri bırakarak düşmanın karşılanmasını emretti. Galib geleceğinden emin bir halde tedbire bile lüzûm görmeden ilerleyen genç sultan az sonra Moğol ordusuyla karşılaştı. İlk başta geri çekilen Moğol kuvvetleri dönüş yaparak, Selçuklu öncü kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Hiç harp görmemiş tecrübesiz sultan, öncü kuvvetlerinin bozguna uğradığını duyunca ordunun tamamen yenildiğini sandı. Düşman eline geçmemek için otağını ve hazinelerini harp meydanında bırakıp Tokat’a oradan da Konya’ya doğru kaçmaya başladı. Sultanın harp meydanından kaçtığını henüz duymayan Selçuklu askerleri akşamın geç vakitlerine kadar düşmanla çarpışmaya devam ettiler. Sultanın harp meydanını terk ettiğini öğrenince onlar da çadırlarını bırakarak firar ettiler. Ertesi sabah çadırlarda bir hareket görmeyen Moğollar, bunun bir harp hîlesi olduğunu zannederek çadırlara iki gün yanaşmadılar. 3 Temmuz 1243 (H.14 Muharrem 641) tarihinde korka korka çadırlara girdiler. Küçük bir çarpışma ile harp bitti. Seksen bin kişilik Selçuklu ordusu utanç verici bir mağlûbiyete uğradı. Selçuklu toprakları Moğol işgal ve zulmüne uğradı. Erzincan, Sivas ve Kayseri’yi yağmalayan Moğollar pekçok Müslümanı şehid ettiler.

Kösedağ mağlûbiyetinde sultanı ikna edemeyen güngörmüş vezir Mühezzibüddin Ali, Konya’ya gitmeyip Amasya’ya geldi. Moğol kumandanı Baycu Noyan’la görüşme yoluna gitti. Bazı hususları anlatıp, pekçok hediyeler vererek daha fazla gitmemesini tavsiye etti. Bir müddet Anadolu’nun işgalini durdurup geri dönmeleri Mühezzibüddin Ali’nin gayretleri sebebiyle oldu. Yapılan sulh antlaşmasıyla Selçuklular Moğollara vergi vermeyi kabul ettiler.

Türk tarihinde benzeri görülmemiş olan Kösedağ Bozgunu, genç ve savaş tecrübesi olmayan Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in fevrî hareketleri neticesinde ortaya çıkmıştır. Daha önce Anadolu’ya girmeye cesaret edemeyen Moğollar, Kösedağ Bozgunundan sonra Anadolu’yu kolayca istila etmişler, şehirleri yağmalayıp, Müslüman halkı sivil-asker, kadın-çocuk demeden katletmişlerdir. Bu mağlûbiyet neticesinde Selçuklular Moğollara vergi vermeyi kabul etmişler, iki yüz yıllık Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılış süreci başlamıştır.