Dünya

Dünya
osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4/02/2013

kapuçino kelimesinin geçmişindeki Türk izleri nereden geliyor?

Kimi zaman haberlerin baş harflerinden gülünç bir kelime çıkıyor, kimi zaman da içinde olmayacak bir şeyden söz edilerek okurlara adeta 'bu haber yalan' diye göz kırpılıyor.

Ama bazen gerçekler o kadar tuhaf ki, böyle bir çabaya hiç gerek yok.

İşte bugünkü İngiliz gazetelerinden garip ama gerçek, ya da ciddi niyetle basılmış bazı haberler:
Harry Potter kursu

Daily Telegraph gazetesine göre, İngiltere'deki üniversiteler, 'Harry Potter ve etik bilgisayar korsanlığı' dersleri verecek. Durham Üniversitesi eğitim bölümü "Harry Potter ve İllüzyon Çağı" diye bir ders modülü hazırladı.

Abertay Dundee Üniversitesi'nin dersleri arasında ise 'etik bilgisayar korsanlığı' diye bir ders var.
'Maymun' kız

Daily Mail gazetesindeki bir habere göre, Bradford'lu bir kadın Kolombiya'da kapuçin maymunları tarafından büyütüldüğünü söyledi. Marina Chapman adındaki kadın çocukken kaçırılıp ormana bırakıldığını, kendisine beş yıl maymunların baktığını anlattı. Kapuçin maymunları, tüyleri ve renkleri kapuçin keşişlerinin kıyafetini andırdığı için bu isimle anılan bir tür.

'Capuccio' aslında İtalyanca kapşon demek.

Biz de BBC Türkçe olarak yine aynı kökten gelen kapuçino kelimesinin geçmişinde de Türk izleri olduğunu söyleyebiliriz.

Osmanlı'nın Viyana kuşatmasından sonra Türk çadırlarında bulunan kahve, öğütülüp içilmiş, ama Avrupalının damak zevkine sert geldiği için süt ve şeker eklenmiş.

Rengi kapuçin keşişlerinin kıyafetine benzediği için de bu kahveye kapuçino denmiş.

Maymunların yetiştirdiği kadınla ilgisi yok, ama olsun.
Göktaşını torbaya koyacaklar

Nasa bir göktaşını yakalayıp aya çekmek için dev bir torba kullanacak.

Times gazetesine göre, en azından bu öneri kuruluşun 2014 bütçesinde ödenek istenen projelerden.

Başarılı olursa göktaşından uzun mesafeli uzay uçuşları için yararlanılacağı söyleniyor.
'Şişko' tavşan

Daily Express gazetesine göre, dünyanın en büyük tavşanı ünvanını bir süreliğine kaybeden Tavşan Ralph, yine bu konuma gelmiş.

Ralph yaklaşık 23 kg.

Tavşanı beslemesi haftada 50 sterline mal oluyor.
Kaldırım davası

Bir benzin istasyonunda kaldırıma takılıp düşen bir polis memuru, benzinciyi dava ediyor.

İstasyondaki soygunu soruşturmaya gelen kadın polis, yere kapaklanınca bileğini ve bacağını yaralamış.

Polis memuru benzinciyi, içerde basamak var diye uyarıda bulunmamakla suçluyor.

Haber Daily Mail'den. bbc türkçe

8/31/2012

türk bayrağındaki hilal islamı beş köşeli yıldız ise islamın 5 şartını simgeliyor

Araştırmacı tarihçi yazar Cezmi Yurtsever, Türk Bayrağı'nda yer alan hilalin 'İslam' anlamına geldiğini, bayrakta yer alan 5 köşeli ay-yıldızın da 'İslamın 5 şartı'nı simgelediğini savundu.

beş köşeli yıldız
İstanbul'a Osmanlı arşivlerini araştırmak için geldiğini ifade eden Yurtsever, 'Topkapı Sarayı'na da uğradım. Topkapı Sarayı'nın 'Babı Hümayun' adı verilen birinci kapısının alın kısmında 'Ayyıldız' şekillerini gördüm. Bugünkü Türkiye Devleti Bayrağı'nın Osmanlı'dan miras kaldığı görüşlerini kanıtlayacak arşiv belgeleri, Topkapı Sarayı'nda bulunan bayraklar, nişanlar ve semboller üzerinde araştırmalarımı sürdürdüm. Günümüzde kullanılan Türkiye Devlet Bayrağı'nın anlamını tarihin derinliklerinden alan gizli şifreleri olduğunu öğrendim' dedi.

Yurtsever, Türk Bayrağı'ndaki hilalin çizimi ve gizli anlamı ile ilgili araştırmalar yaptığı esnada uzman hocaların çocukluk yıllarında Fatih Sultan Mehmet'e hilal şeklini çizmeyi öğrettiği bilgisine ulaştığını dile getirdi. 'Hilal, Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicret etmesi esnasında gökyüzünde ay ve hilal şekli vardır" diyen Yurtsever, açıklamasını da şöyle sürdürdü:

"Osmanlı bayraklarındaki hilal şekli İslam'ı ve hicret olayını sembolize eder. Osmanlı'nın kullandığı 3 hilal şekilli bayrak İslamiyeti güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün dünyaya yayma düşüncesinin karşılığıdır."

Fatih Sultan Mehmet'in Çanakkale Boğazı'nın Gelibolu sahillerine yaptırdığı Kilitbahir Kalesi'nin 3 hilal şeklinde yapıldığına dikkat çeken Cezmi Yurtsever, "Osmanlı ve Türkiye bayraklarındaki hilal şekli Fatih Sultan Mehmet'in kalıcı kıldığı kutsal bir semboldür. Hilal, 'İslam' anlamına gelir. Bayraktaki 5 köşeli ayyıldız ise İslam'ın 5 şartı anlamında" ifadesini kullandı.

Türk Bayrağı'ndaki hilal ve ayyıldız simgelerinin tanzimat reformları döneminde Padişah Abdülmecit zamanında kabul edildiği hatırlatan Yurtsever, bayrağın al renkli olmasının ise 'Vatanı savunma uğruna cihat mücadelesi verme ve şehit olma' düşüncesinin karşılığı olduğunu da sözlerine ekledi. e-kolay

6/04/2012

batı avrupa'yı ziyaret eden ilk ve tek padişah sultan abdülaziz'in şüpheli ölümü

Güreş, cirit ve av sporlarına meraklı olan padişahın tahtta kaldığı sürece en çok üzerinde çalıştığı konu Osmanlı Donanması'nın modernizasyonu idi.

Bu nedenle o dönemlerde Avrupa devletlerinden alınan kredilerin çoğu bu konuda harcandı. Sayısı gün geçtikçe artan Osmanlı Ordusu'nun askerlerine yetecek dönemin son model top ve tüfeklerin de sağlanması Abdülaziz döneminde gerçekleşmiştir.

Sultan Abdülâziz hükümdarlığı süresince sık sık ülke içi ve ülke dışı temaslarda bulunmuş geziler düzenlemiştir. Yavuz Sultan Selim'den sonra Mısır'ı ziyaret eden ilk ve tek Osmanlı Padişahı Abdülaziz'dir.

Eyâletlerin yanı sıra Abdülaziz Batı Avrupa'da ziyaretler yapan ilk ve tek padişahtır. 1867 yılında Paris'te açılan büyük bir sanat sergisine III. Napolyon'un daveti üzerine katılan Abdülaziz, sergiden sonra imparator ile temaslarda bulunmuş İngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya-Macaristan gezilerinden sonra da geri dönmüştür. Ayrıca Richard Wagner'in Bayreuth operasına maddi yardımda bulunmuş ve davet edilmiştir. Seyahatlerinde İngiltere kraliçesi Victoria, Belçika kralı II. Leopold, Prusya kralı I. Wilhelm, Avusturya-Macaristan imparatoru François-Josef ve Romanya Prensi I. Karol ile görüşmüştür.
Abdülaziz'in (Abdullah Biraderler tarafından çekilen 1863 tarihli fotoğrafı.
Osmanlı'da Abdülaziz döneminde Batı'yla iyi ilişkiler kurulmasına özellikle dikkat edildi. Tanzimat Fermanı ile Osmanlı'nın girdiği Batılılaşma süreci bu dönemde de devam etti. Ülke genelinde yeni vilâyetler ilân edildi ve İstanbul Üniversitesi Fransız Eğitim sistemi örnek alınarak tekrar düzenlendi. Doğu Ekspres'in bir durağıı olan Sirkeci Garı'nın temelleri Abdülaziz döneminde atılmıştır. Abdülaziz'in 15 senelik hükümdarlığı boyunca yaptığı bazı yenilikler şunlardır;

Yeni asker üniformaları hazırlandı.
İlk kez posta pulu kullanıldı.
Sahillere deniz fenerleri inşâ edildi.
Osmanlı Bankası açıldı.
Bugünkü Sayıştay ve Danıştay seviyesinde kurumlar oluşturuldu.
Lise ve sanayi okulları açıldı.
Orman madencilik ve tıp okulları açıldı.
İtfaiye teşkilâtı kuruldu.
Fransa, Avusturya ve İran yöneticileri İstanbul'a ziyaretlerde bulundu.

Döneminde yaşanan önemli olaylardan bir kısmı ise Rusya ve Avrupa devletleri'nin kışkırttığı Balkan isyanlarıdır. 1861-64 yılları arasındaki Karadağ İsyanı İkinci Karadağ Harekatı ile bastırılmasına rağmen, Karadağ sorunu büyümeye devam etti. 1861-66 yılları arasındaki Eflak-Boğdan olayları Birleşik Romanya'nın doğuşunu ve bağımsızlık mücadelesini hızlandırdı. 1862-67 yılları arasındaki Sırbistan olayları ise Türk askerlerinin Sırbistan'daki kalelerden çekilmesiyle sonuçlandı. 1866-68 arasındaki Girit Ayaklanması Girit Nizamnamesi ile çözümlenmeye çalışıldıysa da Girit'in kaybına giden olaylar dizisi başlamış oldu. Hıdivlikle yönetilen Mısır'ın özerklik haklarının genişletilmesi bu eyaletin 1882'de kesinkes kaybına yolaçan Mısır'ın borç sorununun ortaya çıkmasına başlangıç teşkil etti. Abdülaziz'in hükümdarlığının son yılları ise 1875-76 yılındaki Hersek İsyanı ile 1867'de başlayan ve 1876'da iyice yayılan Bulgar İsyanları ile mücadele ederek geçti. 30 Mayıs 1876 Darbesi ile tahttan indirildi. Gözaltında bulundurulduğu Feriye Saraylarında 4 Haziran 1876 günü bilekleri kesilmiş olarak ölü bulundu.

Abdülaziz, (Osmanlı Türkçesi: عبد العزيز) (d. 8 Şubat 1830 – ö. 4 Haziran 1876) 32. Osmanlı padişahı ve 111. İslam halifesidir. II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan'ın çocuğu, Abdülmecid'in kardeşidir. Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine, 31 yaşında iken tahta geçmiştir.wikipedia

5/20/2012

arapları osmanlıya karşı ayaklandıran arabistanlı lawrence'ın ilginç ölüm tarihi

Yarbay Thomas Edward Lawrence (d. 15 Ağustos 1888, Tremadoc, Caernarvonshire, Galler - ölümü. 19 Mayıs 1935, Clouds Hill, Dorset, İngiltere),Britanyalı arkeolog, askeri stratejist, casus ve yazar.

arabistanlı lawrence
Profesyonel olarak T.E. Lawrence veya T.E. Shaw isimlerini kullandı. 1916 - 1918 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yürütülen Arap Ayaklanmasında, Birleşik Krallık irtibat subayı olarak aldığı görev nedeniyle Arabistanlı Lawrence olarak tanınmıştır.Şövalyelik nişanını reddetmiştir, "Üstün Hizmet Madalyası" ve "Fransız Şeref Lejyonu Madalyası" ile ödüllendirilmiştir.

Arapların birçoğu, Osmanlı ve Avrupalı devletlerin hakimiyetine karşı verdikleri özgürlük mücadelesine önderlik etmesinden dolayı onu, Arap ulusal uyanışının öncüsü ve halk kahramanı olarak kabul etmektedirler. Kendisine hayran bazı Bedeviler tarafından Lawrence'a Dinamit Emir (İng: Amīr Dynamite) lakabı verilmiştir.

Britanyalılar da onu en büyük savaş kahramanlarından biri olarak kabul etmektedirler.


Bahsi geçen dönemi 1926 tarihli "Bilgeliğin Yedi Sütunu" (İngilizce: The Seven Pillars of Wisdom) adlı otobiyografik eserinde anlatmıştır.

İlk tayin yeri olan Kahire'de İngiliz Askeri Haberalma Servisi için çalıştı.

 Araplarla olan sıcak ilişkileri Lawrence'ı, İngiliz ve Arap kuvvetleri arasındaki irtibat subaylığı görevi için biçilmiş kaftan kılıyordu. Ekim 1916'da, Arap millî faaliyetlerini rapor etmesi için çöle gönderildi.

Mekke şerifi Hüseyin bin Ali'nin oğlu Emir Faysal komutasındaki düzensiz birliklerle birlikte Osmanlı ordusuna karşı gerilla mücadelesi verdi. Arapları, Medine'deki Osmanlı muhafız birliklerini şehirden çıkarmamaları konusunda ikna etti. Böylece Araplar, şehre malzeme getiren Hicaz demiryoluna yaptıkları saldırılara ağırlık verebildiler. Şehri savunmakla meşgul olan Osmanlı askerlerini diğer yandan da demiryolunu tamir etmek zorunda bırakmak suretiyle oyaladılar. Lawrence, Akabe ve Şam'ın işgalinde de önemli rol aldı.

Araplarla geçirdiği zaman zarfında, gelenek ve yaşantılarına bayağı adapte oldu. Deve ile seyahat edip, sıkı bir dostluk kurduğu Prens Faysal'ın hediye ettiği yerel kıyafetleri giymeye alıştı.

I. Dünya Savaşı'nın sonlarında İngiliz hükümetini, Arapların bağımsızlığının İngilizlerin yararına olduğuna ikna etme konusunda oldukça başarılı oldu.

 Lawrence 19 Mayıs 1935 günü Clouds Dorset-İngiltere'de bir motosiklet kazasında 46 yaşında hayatını kaybetti.

4/19/2012

norveç canisi eylem için osmanlı'nın viyana kuşatmasının 400'üncü yılını seçmiş

Başkent Oslo’da bir değil üç bomba yüklü aracı havaya uçurmayı hedeflediğini belirten Breivik, “Osmanlı’nın Viyana’yı kuşatmasının 400'üncü yılı olduğu için saldırı tarihi seçtim” dedi.

Davanın dördüncü gününde savcının, saldırılarla ilgili sorularına cevap veren Breivik, "Oslo'da 3 aracı havaya uçurmayı hedefliyordum" dedi. Breivik, "Düşündüğümden zor olacağını anlayınca bundan vazgeçtim" ifadesini kullandı.

Aşırı sağcı Breivik, ateş açmayı bilgisayar oyunlarından öğrendiğini, bazen günde 16 saat bilgisayar oyunu oynadığını söyledi. Breivik, hazırladığı manifestoya neden "2083 adını verdiğini de anlattı.

Norveçli katil, "Osmanlı'nın Viyana’yı kuşatmasının 400'üncü yılı olduğu için bu tarihi seçtiğini kaydetti.

AŞIRI SAĞCI SELAMINDAN VAZGEÇTİ

Breivik, müştekilerin ve yakınlarının tepki gösterdiği aşırı sağcı selamını, bugün mahkeme salonuna girerken vermedi. Oslo'daki Bölge Mahkemesi'nde bugün dördüncüsü yapılan duruşmaya, Breivik ile avukatları, müştekiler ve saldırılarda ölenlerin yakınları katıldı. Breivik her sabah mahkeme salonuna gelirken, sağ yumruğunu kaldırarak verdiği selamı bu sabah yapmadı.

İsveç gazetelerine yansıyan haberlere göre, bu sabahki duruşmadan önce avukatı, Breivik ile konuşarak, müştekilerin bu selamlamadan çok rahatsız olduğunu söyledi ve herhangi bir kışkırtmaya karşı bundan sonraki duruşmalarda bu hareketinden vazgeçmesini istedi.

Bunun üzerine Breivik, selam vermeden salondaki yerini aldı. Breivik daha önceki duruşmaların başında, aşırı sağcı selamı vermeden yerine oturmuyordu ve bu davranışından vazgeçmeyeceğini söylüyordu.

10/22/2011

dünyada ilk defa kalorifer sistemi kullanılan ishak paşa sarayı

İshak Paşa Sarayı, Ağrı Dağı'nın yakınında, Doğubeyazıt'ın 5 kilometre uzağında eski Doğubeyazıt yanında sarp kayalar üzerine kurulmuştur. 

dünyada ilk defa kalorifer

Kartal yuvasını andıran 116 odalı bu saray aslında türbesi, camii, surları, iç ve dış avluları, divan ve harem salonları, koğuşları ile bir bey kalesidir.



Sarayın yapımını 1685'de Doğubeyazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Paşa başlatmış, saray onun oğlu Çıldır Valisi İshak Paşa ve torunu Mehmet Paşa tarafından 1784'te bitirilmiştir. 7.600 m² bir sahada yapılan sarayın inşaası 99 yıl sürmüştür.

Türk mimarisinin en güzel örneklerinden olan İshakpaşa Sarayı; Türkistan, Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerini birleştiren bir yapıdır.

Camiinin kubbeleri Türkistan kubbeleri gibidir. Saray Topkapı Sarayı'nı andırır, kapıları ise Selçuklu stilindedir.

50 x 115 metre alanı kapsayan sarayın Harem Dairesi iki katlı, diğer bölümleri tek katlı idi.

Günümüzde ikinci kat tamamen yıkılmış durumdadır. Saraya ancak doğudaki tepeden açılan bir kapıdan girilir.

Diğer tarafları 20-30 metre yükseklikte sağlam duvarlarla çevrilidir. Kapıdan, önce dış avluya girilir.

Dış avlunun etrafında uşak ve seyis odaları ve tavlalar vardır. Dış avludan iç avluya kemerli tak şeklinde büyük bir kapıdan girilir. İç avluda çeşitli odalar ve koğuşlar vardır.

Ortadaki harem dairesinin duvarlarında İshak Paşa'yı öven yazılar bulunmaktadır. Kapının iki yanında iki aslan heykeli vardır. Divan odası (toplantı salonu) ise 20 metre genişlik ve 30 metre uzunluktadır.

Aynı zamanda, dünyanın ilk kalorifer tesisatı döşenen sarayıdır.


Eskiden sarayın olduğu yer, sarayın tam ortada bulunduğu bir yerleşim merkeziydi. Ova tarafında evler, diğer yanlarda camiler, mezarlık ve diğer yapılar vardı. Fakat bu yapıların hepsi yıkılmıştır. Saray son yıllarda yapılan tamirat ile tamamen yıkılmaktan kurtarılmıştır.

9/16/2011

macarlar osmanlıya karşı direnen zigetvar şehrine kahramanlık ünvanı için tartışıyor

Tarık Demirkan
Budapeşte

Bir garip ülke oldu Macaristan, bu kesin.
Son yirmi yılın demokrasi arayışlarının, siyaset yelpazesinin neredeyse tüm renklerinin denendiği iktidar modellerinin, krizle birlikte büyüyüveren mali sıkıntıların bir sonucu mu bilinmez ama, şurası kesin ki, Macaristan’da toplumsal mutabakat derinlerde bir yerlerden çatırdıyor.
Denenmemişi arama ve farklılık yaratma çabaları da, her şeyin yeniden ele alınıp gözden geçirilmesini sanki zorunlu kılıyor.

İşte bunlardan biri de Macarların tarihe bakışı ve Osmanlıya yaklaşımı.

Macaristan’a bir kez gelmiş olanlar bile bilirler ki, Macarlar, Osmanlıya yaklaşımlarında geleneksel olarak, Osmanlının geçmişte iz bıraktığı diğer Avrupa ülkelerden farklıydı.

Mohaç meydan savaşını kazanarak Orta Avrupa kapılarını ordusunun önünde açan Osmanlı padişahı Kanuni'nin heykeli, ya da Türk Dostluk parkı başka hangi ülkede var ki?

Ya da Budin’in, yani bugünün Budapeşte’sinin, şehri savunurken hayatını kaybeden son Osmanlı paşasının mezarına “kahraman düşmanın anısına” diye hangi ülkede yazarlar ki?

İşte Macarlara egemen olan bu anlayış, şimdi yerini yavaş yavaş, ne olduğu henüz çok da şekillenmeyen bir başka anlayışa bırakıyor.

2010’da işbaşına gelen yeni Macar hükümetinin ilk icraatlarından biri, bundan tam 555 yıl önce, yani 1456’da gerçekleşen bir olayı; Osmanlı ordusunun Belgrad önlerinde durdurulmasını, okullarda da anılması gereken resmi “Macar Ulusal Günü” ilan etmesiydi.
Bu savaşta bir Macar beyinin kumandasındaki Hristiyan ordusu Osmanlının Avrupa’daki ilerleyişini bir süreliğine durdurmuştu.

Peki ama, 555 yıl sonra, bugün artık bir başka ülkenin başkenti önlerinde, artık tarihte var olmayan devletler arasındaki savaşı Macar Ulusal Günü ilan etmekten maksat neydi?

Artık tüm Avrupa’da siyasi ve kültürel birlikten bahsederken ve Macaristan’ın Türkiye’nin AB’ye katılmasına destek verdiği de resmen açıklanmışken, tam 555 yıl önceki bir savaş, neden ulusal gün ilan ediliyordu?
Tesadüf değil

Bu adımın çok da tesadüf olmadığı, bir süre sonra anlaşıldı.

Geçtiğimiz günlerde iktidar partisi Macar parlamentosuna bir yasa taslağı önerisi verdi. Buna göre Türklerin de tarihten aşina olduğu Zigetvar şehri Osmanlıya karşı direndiği için bundan böyle resmen “kahraman şehir” payesini alacaktı.

Böylece yeniden yüzyıllarca öncesine dönülmüş oldu.

400 yıl önce olup bitenler nedeniyle bir şehre “kahraman” kahraman payesi vererek, 555 yıl önce cereyan eden bir çarpışmayı resmen “ulusal gün” ilan ederek yapılan, dolaylı da olsa, durup dururken “düşman yaratmak” değil miydi?

Düşman yaratarak, milli duyguları körükleyerek nerelere varabileceğinin örnekleriyle dolu yakın tarih. Hele hele Avrupa’da kültürel ve dini ayrılıkların körüklendiği bir dönemde hiç de istenmeyen sonuçları da olabilir.

Oysa, tarihe yaklaşım başka türlü de mümkün, ki bunun örnekleri de Macaristan’da bol miktarda var.

Geride kalan yıllarda Macar kentlerinde moda haline gelen tarih festivallerinde, kentlerin büyük bir çoğunluğu Osmanlı ve Türk kültürünü, kentlerinin bugünü açısından bir zenginlik olarak gösterdiler.

Motifleriyle, şehirde kalan tarihi eserleriyle, efsane, masal, yemek, şarkı ve diğer anılarıyla, bir zamanlar bu topraklarda yüz elli yıl boyunca var olan Osmanlı, bugün artık bu kentleri daha değerli kılacak olan bir kültürel miras olabilirdi.

İstanbul’la birlikte 2010 yılında Avrupa Kültür başkenti ilan edilen Pécs şehri, Osmanlı kültürünün şehirde bıraktığı olumlu izleri vurgulayan zengin programıyla pozitif bir örnek vermişti.

Kaldı ki, tarih, iki ülke arasında çok olumlu örneklerle de doluydu; Asya’dan gelen göçebe kavimlerden biri olan Macarların, Habsburg imparatorluğuna karşı verdikleri bağımsızlık savaşlarında Osmanlı hep arka çıkmış, Thököly, Rákoczi, Kossuth gibi özgürlük kahramanı Macar mültecilere kapılarını açmıştı.

Tarihe yaklaşımın Macaristan’da nasıl bir yön izleyeceği henüz kesin değil.

Geçmişi allayıp pullamaya ve milliyetçi duyguları körüklemeye karşı çıkanlar da var elbet. Zigetvar’a “kahraman şehir” unvanı verilmesi konusu meclise geldiğinde, muhalefet de hemen bir zamanlar Osmanlıyla mücadele eden bir başka Macar şehri olan Eger (Egri kalesi) şehri için aynı öneriyi verdi.

Taslağı hiç değiştirmeden, sadece şehrin adını silip bir başkasını yazan muhalefet temsilcileri, “haydi tartışalım; en kahraman şehir hangisi?” sürecini başlatırken, konuyu böylece biraz alaya alma yolunu seçtiler.

Muhalefet, işsizliğin, yoksulluğun, Romanlara karşı ırkçılığın yükseldiği şu dönemde, başka konuların tartışılması gerektiğini vurguluyor.

Toplumun bir kısmı da, siyasetçileri 500 yıl öncesinden bugüne gelmeye davet ediyor.

Bakalım sonuç ne olacak?

Sağduyu mu kazanacak, yoksa milliyetçi duyguları körükleme uğruna, tarihin derinliklerinden parlak cilalı sayfalar yaratma çabası mı?

Bunu hep birlikte göreceğiz.

9/03/2011

kayıp troia hazinesini yunanistana kaçıran alman arkeologun sırrı çözüldü

Çanakkale'ye bağlı Tevfikiye Köyü sınırlarındaki Troia Antik Kenti'nden Alman arkeolog Schliemann'ın bulup kaçırdığı hazinelerin gizemi çözüldü. İzzettin Efendi'nin yürüttüğü soruşturma sonunda Dahiliye Nezareti'nce kaleme alınan belge, Schliemann'ın Troia Kralı Priamos'a ait olduğunu söylediği hazineleri Atina'ya ne zaman, kaç kerede, kimlerin yardımıyla ve nasıl kaçırdığı konularındaki şüpheleri ortadan kaldırdı.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Rüstem Aslan ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Sönmez, arkeolog Schliemann ile ilgili uluslararası arkeolojik araştırma makalesi hazırlamak için iki yıl önce çalışmalara başladı. İki öğretim üyesi, Schliemann'ın 'Priamos Hazineleri' olduğunu ileri sürdüğü hazinelerin kaçırılışıyla ilgili arşivlerde ne kadar belge varsa hepsini tek tek taradı. Osmanlı arşivlerinden çıkan bir belge hazinelerin kaçırılışıyla ilgili pek çok bilinmeyene ışık tuttu. Troia hazinelerinin Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında Yunanistan'ın Atina kentine kaçırılışının ardından olayla ilgili Osmanlı Devleti'nin başlattığı soruşturmanın belgeleri gün ışığına çıktı. Dahiliye Nezareti'nce 24 Temmuz 1874 tarihinde Osmanlıca olarak kaleme alınan belge, olayla ilgili sır perdesini ortadan kaldırdı.

SCHLIEMANN HAZİNELERİ ÜÇ PARTİDE KAÇIRMIŞ
ÇOMÜ öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Sönmez, Osmanlı Arşivi'nde ortaya çıkan belgenin Schliemann'ın hazineleri kaçırması ile ilgili olarak Osmanlı Devleti'nin açtığı soruşturmanın detayları hakkında bilgiler verdiğini söyledi. Sönmez, "Osmanlı Devleti, Schliemann hazineleri Atina'ya kaçırdıktan sonra hemen soruşturma başlatmış. İzzettin Efendi'yi de bu soruşturma kapsamında görevlendirmiş. Soruşturma sonunda, Dahiliye Nezareti'nce hazırlanan belgede, Schliemann, "Hükümet tarafından tayin edilen Emin Efendi'nin memuriyeti zamanında çıkarılmış olan eşyaları 1873 senesi Nisan ayı başında ve aynı senenin Mayıs ayı sonunda olmak üzere iki kez, Kumkale nahiyesinde bulunan Karanlık Liman isimli yerde, kereste yüklemek üzere gelmiş olan Yunanlı kaptan Andreya'nın gemisine koyarak kaçırmıştır. Üçüncü kez ise, hafif olup da koyun ve koltuğa sığabilen altın mücevherleri ise bir kasa içerisinde ve kendisi ile yanındakiler ceplerinde olarak Kumkale İskelesi?nden Abdullah reisin kayığıyla Kale-i Sultaniye gümrük idaresine getirip oradan Atina'ya götürmüştür' denmekte. Bu ifade, Schilimann'ın Troia'da bulduğu hazineleri tek değil, üç seferde kaçırdığını gözler önüne seriyorö dedi.

HAZİNELER 50 BİN FRANK'A GİTTİ
Yrd. Doç. Dr. Ali Sönmez, Schliemann'ın hazineleri kaçırmasının ardından Osmanlı Devleti'nin hazinelerin peşine düştüğünü, ancak geri almakta başarılı olamadığını söyledi. Sönmez, "Osmanlı Devleti, hazineler için Yunan hükümetine başvurmuş. İşi takip etmek için de o dönemin müze müdürü Dethier'i görevlendirmiş. Bir avukat atanmış. Yunanistan'daki ilk mahkeme Mart ayında başlamış ve Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanmış. Daha sonra Osmanlı Devleti itiraz etmiş. Yüksek mahkemeye giderek bu kararını iptal ettirmiş. Hemen akabinde Schliemann'ın evine bir haciz gelmiş. Ama bu durumu önceden Yunan hükümetinden öğrendiği için hazineleri evinden kaçırdığını tahmin ediliyor. Daha sonra Osmanlı Devleti 9 ay süren süren mahkeme sürecinin ardından bu işi anlaşma ile neticelendirmek zorunda kalmış. Schliemann, Osmanlı Devleti'ne 50 bin Frank ödemiş ve dava kapanmış. Oysa, Osmanlı, başlangıçta 1 milyon Frank'ın üzerinde bir para istemiş. Ama o günün şartlarında bunu elde etmek imkansız olduğundan Osmanlı Devleti 50 bin Frank'ı kabul etmek zorunda kalmış" dedi.

BELGE TROİA HAZİNELERİNİN SIRRINI ÇÖZÜYOR
ÇOMÜ öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Rüstem Aslan ise, hazinelerin ne zaman, nereden, kaç kerede, kimler tarafından ve nasıl kaçırıldığı konularına açıklık getirmesi ve Osmanlı Devleti'nin hazineler kaçırıldıktan hemen sonra konuyu aydınlatmak için takındığı ısrarcı tutumu anlatmasının belgeyi iki açıdan önemli kıldığını belirtti. Troia hazinelerinin kaçırılışıyla ilgili pek çok konunun uzmanlar tarafından halen tartışıldığına dikkat çeken Doç. Dr. Aslan, bu belgenin, bunun tek bir büyük hazine olduğu ve bir kısmının Troia'da bulunmadığı yönündeki iddiayı çürüttüğünü söyledi. Doç. Dr. Rüstem Aslan, "Şimdiye kadar, Schliemann'ın 31 Mayıs'ta Troia'da önemli bir hazine bulduğunu, ve bunu Calvert'in çitliğine yolladığını, ardından da Atina'ya kaçırdığını ve karısı Sophia Schliemann'nın hazineler bulunurken iddia edildiği gibi Troia'da olmadığını biliyorduk. Aradan onca yıl geçmesine rağmen hazinelerin bir kısmının gerçekten Troia'da bulunup bulunmadığı konusunda hala şüpheler vardı. Bir iddiaya göre, buluntular bir tek büyük hazineydi ve 31 Mayıs'ta bulunup kaçırıldı. Bir başka iddiaya göre ise, buluntular küçük küçük hazinelerdi ama Schliemann sansasyon yaratmak için büyük hazine bulduğunu söylüyordu. İşte bu belge, Schliemann'ın Troia'da 1873 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında küçük küçük hazineler bulup, bunları üç ayrı seferde kaçırdığını ve hazinelerin tek bir büyük hazine olmadığını ortaya koydu. Ayrıca hazinelerin hepsinin Troia'da bulunduğunu gösterdi. Bu da Troia hazinelerinin sırrını çözüyor" dedi.

Aslan, kesin cevabı veren bu belge doğrultusunda hazırlayacakları daha geniş bilgilerin yer aldığı arkeolojik araştırma makalesini, uluslararası alanda kamuoyunda duyurmak için Almanca ve Türkçe olarak yayınlayıp kamuoyu ile paylaşacaklarını da kaydetti. Bir arkeolog olarak hazinelerin çıktığı yerde sergilenmesi gerektiğini de savunan Aslan, ihale aşamasına gelen Troia Müzesi'nin, hazinelerin geri dönme umudunu güçlendirdiğini de belirtti.

7/08/2011

ilk dünya haritasını çizen piri reisin idamında hürrem sultanın rolü

Kanuni Sultan Süleyman'ın dönemi, büyük fetihler dönemiydi. Piri, 1523'deki Rodos seferi sırasında da Osmanlı Donanması'na katıldı. 1524'de Mısır seyrinde kılavuzluğunu yaptığı sadrazam Pargalı Damat İbrahim Paşa'nın takdiri ve desteğini kazanınca, 1525'da gözden geçirdiği Kitab-ı Bahriye'sini İbrahim Paşa aracılığıyla Kanuni'ye sundu.
Piri Reis'in 1526'ya kadar olan yaşamı Kitab-ı Bahriye'den izlenebilir. Piri Reis, 1528'de, ilkinden daha içerikli ikinci dünya haritasını çizdi. 1533 yılında Barbaros Hayrettin Paşa kaptan-ı derya olunca Piri Reis de Derya Sancak Beyi (Tümamiral) ünvanı alan Piri Reis, sonraki yıllarda, güney sularında devlet için çalıştı. Barbaros'un 1546'da ölümünün ardından Mısır Kaptanlığı (Hint Denizleri Kaptanlığı da denilirdi) yaptı, Umman Denizi, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi'ndeki deniz görevlerinde yaşlandı. Osmanlı donanmasında yaptığı son görev idamıyla sonuçlanan Mısır Kaptanlığı oldu.
Mısır Kaptanı Piri Reis 1552'de Umman ve Basra üzerine 30 gemiyle çıktığı seferde, Hürmüz Kalesi'ni kuşatmıştı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanmasıyla Basra'ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı orada bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır'a döndü, gemilerden birisi yolda battı. Donanmayı Basra'da bırakması kusur sayıldığı için Mısır'da hapsedildi. Basra valisi Kubat Paşa'ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın politik hırsı yüzünden hakkında padişaha olumsuz rapor verildi ve dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanı üzerine 1554'te boynu vurularak idam edildi. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis'in terekesine devletçe el konuldu.

Piri Reis'in idamında Hürrem Sultan'ın rolü olduğu hakkında bir rivayet vardır[1]. Hürrem Sultan'ın Kırım'dan Kemal Reis ve Piri Reis'in gemisi ile İstanbul'a getirildiği iddia edilir. Piri Reis'in dünya haritasının parçası Topkapı Sarayı Harem Dairesi'nde bulunmuştur. Hürrem Sultan'ın Piri Reis'in başarısının önüne geçmek için dünya haritasını parçaladığı ve parçaların Rusyaya gönderildiği ve ardından Kanuni'nin aklına girerek Piri Reis'i idam ettirdiği iddia edilir.

6/22/2011

vatikan kütüphanesinde evliya çelebi'nin haritası bulundu seyahatname'den sonra en önemli belge

Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan ve Çelebi’nin gözetiminde yapıldığı tarihi belgelerle kesinlik kazanan Nil Haritası, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nin 12. sayısına konu oldu.

Evliya Çelebi’nin belgesel izi sayılabilecek harita, bu gün Vatikan Kütüphanesi arşivlerinde bulunuyor ve Çelebi’ye ait Seyahatname’den sonra en önemli belge olarak kabul ediliyor.

Daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan bilgi ve belgeleri gün yüzüne çıkaran dosya, 'Evliya Çelebi'nin Belgesel İzleri' başlığıyla Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nuran Tezcan tarafından kaleme alındı. Dr. Tezcan, Chicago Üniversitesi öğretim görevlisi Robert Dankoff ile beraber Vatikan arşivlerine giren ve haritayı gün yüzene çıkaran önemli bir bilim insanı.

NİL HARİTASI'NIN KAHİRE'DEN VATİKAN'A YOLCULUĞU
Evliya Çelebi 1672-73’te Nil yolculuğuna çıkar. Amacı Nil’in kaynağını görmektir. Nil’in Kuzey kolları üzerinde Kahire’den İskenderiye ve Reşid’e daha sonra Dimyat’a gider. Tekrar Kahire’den yola çıkarak Nil’in kaynağı olan Cebel-i Kamer’e doğru Güney yönünde Nil’in sahillerini gezer. Sudan ortalarına kadar inen Evliya, Nil’e 32 konak yaklaştığını, fakat vahşi doğa ve barbar kavimler yüzünden daha ileriye gidemediğini ifade eder.

Evliya Çelebi yolculuğunda harita ile seyahat ilişkisinin önemini kavramıştır. Daha önce coğrafyacıların Sudan tarafına sıcaktan ulaşamadığını, bu bölgenin bilinmediğini, dolayısıyla kendisinin üstadı Nakkaş Hükmizâde Alî Beg’den öğrendiği üzere seyahati esnasında resmetmiş olduğu kaleleri, şehirleri, nehir, dağ ve gölleri, Nil ve Fûncistân seyahatini tamamlandıktan sonra, Papamunta –resimli ilk dünya haritası Mappamundi– gibi haritada göstermek amacındadır. Ve bunun mevcut coğrafya eserlerine ve haritalarına bir ek olacağını da bildirir.

Bugün Vatikan’da Biblioteca Apostolica’da Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan Nil haritası, onun seyahatinin sonunda bu projeyi gerçekleştirmiş olduğunu gösteriyor.


18. yüzyılda Seyahatname’nin İstanbul’a gönderildiği yıllarda Kahire’den Vati-kan’a gelen bu harita, kaba bez üzerine çizilmiş. Uzunluğu 543 cm olan haritanın yukarısında Nil’in kaynağı, aşağısında Nil deltası bulunuyor. Yani Güney yukarıda, Kuzey aşağıda yer alıyor. Eni, yukarıda 88, aşağıda 45 cm olan harita üzerinde Nil, kaynağı olarak kabul edilen Cebel-i Kamer dağından çıkar, Kızıldeniz ile Libya çölü arasına sıkıştırılmış biçimde uzanır, Kahire’de iki kola ayrılıp Akdeniz’e ulaşır.

Eski coğrafya kaynaklarına göre Nil’in kaynağı Cebel i Kamer dağıdır, haritanın bu anlayışa göre çizilmiş olduğu görülür. Üzerinde 500’e yakın şehir, kale, dağ, vadi, göl, kavimler, vahşi hayvanlar, altın yatakları, ticaret malları vb. üzerine bilgileri yer alır. Evliya’nın Seyahatname’nin 10. cildinde geçtiği yerleşim yerleri hakkında verdiği bilgiler bu haritada rahatlıkla izlenmektedir.


SADECE OSMANLI TOPRAKLARINI GEZMEDİ...
Evliya Çelebi yalnız Osmanlı ülkesini değil, komşu ülkeleri de gezmiş, bu ülkelere gitmek için kral ya da patrik gibi yüksek mevki sahiplerinden bir çeşit vize demek olan geçiş belgeleri almıştır. Evliya, Seyahatname’de “papinta, papinta kâgız ya da papinta hatt” diye adlandırdığı bu belgelerden birincisini 1074/1664’te Nova’ya giderken Dobro Venedik (Dubrovnik) kralından almıştır. İkincisini 1075/ 1665’te Batı Avrupa’ya gitmek için Viyana kralından (1. Leopold) alır.10 Bu belge ile Seyahatname’nin çeşitli yerlerinde Batı Avrupa’ya gittiğini bildirirse de bu seyahatini gerçekleştirememiş olduğu anlaşılır.

Üçüncü belgeyi ise 1082/1672’de Tûr-ı Sînâ’daki manastır patriğinden almıştır. Bu sonuncusu bugün elimizde bulunmaktadır. Yunanca olan bu belge 2006’da Pinelophi Stathi tarafından yayınlanmıştır. Yazar, bu belgenin İstanbul’daki Mukaddes Yerler Patrik Temsilciliği (Metochion) kütüphanesinde yabancı memleketlerde seyahat edecek olanlara verilen mektupları içeren 827 numaralı dosyada bulunduğunu bildirmektedir: “Patriklikçe tanzim edilmiş apantahousa, tarihsiz, seyyah Evliya Çelebi’yi tanıtıyor”.

Bu belgede Evliya Çelebi’den şu sözlerle bahsedilmektedir:
“.... Hepiniz bilesiniz ki, tarafımızdan tanzim olunan bu mektubun hâmili Evliyâ Çelebi, namuslu ve insan dostu bir insandır. Onun arzusu ve emeli seyyâhı âlem olmaktır; gezdiği yerleri, şehirleri, kavimleri anlatmaktır, kalbinde kötülük yoktur, hiç kimseye haksızlık etmek, hiç kimseyi incitmek istemez. Biz onun namına tanıklık etmek isteriz ki, kendisi mûnis ve iyi bir insandır, bu sebebten hepinizden niyâz ederiz ki onu iyi bir adam olarak misâfir ediniz, o dindâr Hıristiyanlardan lütûflar ve iyilikler hak etmiştir. Her nerede bulunursa bulunsun veya seyahat esnasında, ister karada ister denizde olsun, ister şehirlerde ister köylerde olsun bizce ve pek çoklarınca insan dostu (barışsever) bir kişi olarak tanınan kendisi hiç bir tahkikat ve soruşturmaya mâruz kalmamalıdır. Bizim tarafımızdan ve pek çok başka kişi tarafından barışsever bir kişi olarak tanınır...”

11 Evliya, bu tavsiye mektubunu hac yolculuğundan dönüşü sırasında Tûr-ı Sînâ’daki manastırın Rum Patriğinden nasıl aldığını kendisi Seyahatname’nin 9. cildinde anlatır. Burası ünlü St. Catherine Manastırı’dır. Evliya, dağların arasında bir dağın tepesinde benzeri olmayan büyük bir manastır olduğunu, içinde pek çok patrik, rahip ve keşiş bulunduğunu, kendisini önce içeri sokmak istemediklerini, ancak onlarla dostane ilişki kurarak içeri girip gezdiğini, çok ilginç bir manastır olduğunu ayrıntılı olarak anlatır. “Ammâ kefere elinde kalmışdır. Ammâ İslâm elinde olsa berbâd olurdu” der. Evliya, onlarla kurduğu iyi ilişkiyi hediyeleşmeye kadar götürmüş, hatta patrik kendisine bir saat hediye etmiştir. Patrik kendisine ayrıca yukarıda adı geçen ve Evliya’nın Seyahatname’de “Seyyâh-ı âlemdir. Gelüp Tûr-ı Sînâ’yı ziyâret etmişdir. Yedi kral diyârında kimse mâni olmaya” diye özetlediği geçiş belgesini almıştır.
mynet

6/20/2011

kıbrısta ingiliz işgalinde bile eğitim veren osmanlı medreseleri şimdi ne durumda

Kıbrıs'ta Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılmış on beş medrese bulunmaktaydı. Vakfıye defterlerine göre ise kayıtlı on bir tane medrese vardı. Bu medreseler, lise düzeyinde eğitim vermekteydi. 
Adadaki ilk medrese, 1573'te, Lefkoşa'da inşa edilen Büyük Medrese'dir. Yine Lefkoşa'da bulunan Küçük Medrese ise, ondan beş yıl sonra inşa edilmiştir. On iki medresenin sadece sekizi İngiliz dönemine kadar eğitimine devam edebilmiştir.


On beş medreseden dokuzu, sadece Türkiye tarafından tanınmakta olan Kuzey Kıbrıs'ta, beşi ise adanın güney kesiminde bulunmaktadır. Birinin ise nerede bulunduğuna dair bilgiye ulaşılamamıştır. En fazla medrese olan yerleşim yeri yedi medreseyle Lefkoşa iken, onu iki medrese ile Baf izlemektedir. Gazimağusa, Larnaka, Limasol, Peristerona ve Lefke'de de birer medrese bulunmaktadır.

Adada, Osmanlılar döneminde medrese eğitimi çok üst düzeydeydi. A. Süha adlı araştırmacıya göre; bu dönemde Kıbrıs'taki medreseler, Anadolu'nun güney kesiminden öğrenci çekmekteydiler. Öğrenci gönderen şehirlerin başında Mersin, Anamur, Antalya ve Adana gelmekteydi. 16. yüzyıldan sonra bu eğitim türü Osmanlı gerenelinde olduğu gibi adada da zayıflamaya başamıştır. Önceleri, bir kanunla kapatılmaları yasaklanmıştır.Daha sonra, Osmanlı döneminin sonlarında ve İngiliz hakimiyetinde bu eğitim daha da zayıflamış ve 1939-40 eğitim-öğretim sezonunda sona ermiştir. Eğitim vermekte olan son medrese olan Büyük Medrese, 1936 yılında yıkılmıştır; fakat eğitim bir süre daha devam etmiştir. 1931 yılında söz konusu medresenin yıkılıp tekrar yapılacağı haberleri üzerine, bazı ada sakinleri medreselere karşı çıkmıştır. Günümüzde ise medreselerin çoğu harap durumdadır.
wikipedia

4/10/2011

pargalı ibrahim isyan bayrağını çekti ya beni öldürün ya da bırakın

Muhteşem Yüzyıl isimli dizide 'Pargalı İbrahim' rolünü canlandıran genç oyuncu Okan Yalabık istediğini böyle aldı.


Tarihte, Kanuni Sultan Süleyman'a 'Has Odabaşı'sı olarak hizmet eden Rum devşirmesi Pargalı İbrahim, Hürrem Sultan'ın yön vermesiyle Padişah tarafından öldürtülmüştü. Bunu bilen ve bölüm başına 8 bin lira kazanan Okan Yalabık, dizide kendisinin çok etkili bir rolü olduğunu belirterek geçtiğimiz hafta yapımcıdan zam talep etti. Yapımcıya, "Ya beni öldürün diziden ayrılayım, ya da ücretimi makul bir seviyeye yükseltin" diye restini çekti.


Bugün’ün haberine göre, oyunculuğu seyirciler tarafından çok beğenilen ve diziye katkısı büyük olan Yalabık'ın bu resti işe yaradı ve yapımcısı haftalık ücretini 8 bin liradan 15 bin liraya çıkardı.


Pargalı İbrahim, tarihi gerçekler gereği bir süre sonra Yeniçeriler tarafından öldürülecek ve Okan Yalabık böylelikle diziye veda edecek. Ancak bu gerçekleşene kadar Okan Yalabık'ın ücretinde anlamlı bir artış görülecek. Kanuni'yi canlandıran Halit Ergenç ise bölüm başına 30 bin lira kazanıyor.

Cannes'da düzenlenen 2011 MIP TV Televizyon Fuarı'nda 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinin dünya lansmanı gerçekleşti. Geceye onur konuğu olarak dizide Kanuni'yi canlandıran Halit Ergenç ve Hürrem Sultan'ı oynayan Meryem Uzerli de katıldı.

Halit Ergenç, "Bu gece için bizler çok heyecanlıyız. Burada da gördüğümüz büyük ilgi bizi çok mutlu etti. Tarihi bir dizi yapmak günümüz dizisi yapmaktan daha zevkli Padişahı bugüne yansıtabilmek insana büyük bir heyecan veriyor" dedi.

Meryem Uzerli ise "Bu dizide olduğum için çok mutluyum. Hayatımda Hürrem öncesi ve sonrası çok şey değişmedi. Sadece insanlar çok daha iyi davranıyorlar bana. Her yerde sevgilerini gösteriyorlar. Bu ilgiyi Cannes'da bile yaşamak beni çok sevindirdi" diye konuştu.

İzzet Pinto ve TIMS Yapım'ın sahibi Timur Savcı da dizi için yüzlerce randevulu görüşme yaptıklarını ve 20'yi aşkın ülkenin proje ile çok yakından ilgilendiğini sözlerine ekledi.
msn haber

4/04/2011

yunanistandaki özel tv kanalı tarih kitaplarındaki osmanlı karşıtı efsaneleri çürüttü

Yunanistan okullarında okutulan tarih kitapları, çeşitli efsanelerden ve mitolojiden esinlenen kahramanlıklarla doludur.

Ancak bu tarih kitaplarının bel kemiğini Bizans tarihi ve Yunanlıların 1821 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na karşı ayaklanması oluşturuyor.

Yani 4 yüzyıl boyunca Osmanlıların Yunanlılara çektirdiği eziyetler, çocuk kaçırmalar, ağır vergiler, zorla Müslümanlaştırmalar, okullar yasak olduğu için çocukların gizli okullara gitmek zorunda kalması, din adamlarının şişlenmesi gibi Osmanlıya ve dolayısıyla Türk dünyasına kin ve nefret aşılayan efsanelere ve mitlere geniş yer ayrılıyor.

Son yıllarda Türkiye ve Yunanistan'ın milli eğitim bakanlıkları arasında yürütülen görüşmelerde gerek Türk gerekse Yunan tarih kitaplarında birbirlerinin uluslarına karşı kin ve nefret uyandıran bölümlerin tasfiye edilmesini hedefleyen çalışmalar yapılıyor.

Ne var ki, bu resmi temaslardan henüz özlü bir sonuç alınmış değil.
Cesur adım

İşte böyle bir ortamda Yunanistan'ın özel Sky TV kanalı bu yolda cesur bir adım attı.

Sky TV, Yunan, Türk, İngiliz, Fransız ve Alman tarih profesörlerinin katılımıyla 8 bölümlük bir dizi yayınladı ve Yunan tarih kitaplarındaki Osmanlı karşıtı efsaneleri teker teker çürüttü.

Bu dizilerde Osmanlı yönetiminde uygulanan vergilerin dışında, zorla Müslümanlaştırmaların olmadığı, okulların yasaklanmadığı, Yunan din adamlarının imtiyazlı oldukları, ve zaten bu nedenle Patrik dahil bir çok din adamının ayaklanmaya karşı geldikleri, ticaretin serbest olduğu ve bir çok Yunan köyünün bu dönemde zenginleştiği gibi okullarda okutulan efsanelere taban tabana zıt düşen yaşam koşulları ortaya çıkarıldı.

Ancak aynı dizide o dönemdeki Osmanlının şark anlayışı nedeniyle Yunan toplumunun Batı'daki Rönesans devrimini kaçırdığı ve daha çok Osmanlıların yaşam tarzına uymayı tercih ettiği gibi bölümlere de yer verilmiyor değil.

1821 adlı TV dizisinde Yunanlıların Osmanlı yönetimine neden ayaklandığına da ışık tutuluyor.
Milliyetçiler rahatsız

190 yıl önceki Yunan ayaklanmasının aslında Osmanlı yönetiminin çektirdiği eziyetlere karşı değil, o yıllarda dağılmaya yüz tutan Osmanlı İmparatorluğu'nun tamamen çökmesini arzu eden yabancı güçlerin sayesinde başlatıldığını anlatan Yunan tarih profesörleri bile "Ayaklanma ilk önce çetelerin kışkırtılmasıyla başladı" diyorlar.

Aynı dizide 1821 ayaklanması süresinde yalnız Osmanlıların Yunanlıları değil, Yunan ihtilalinin başını çeken milli kahramanlarının da Yunan topraklarındaki zengin Türk köylerini nasıl kılıçtan geçirildikleri, yağmaladıkları ve ganimetlerden pay almak için birbirleriyle nasıl savaştıkları da anlatılıyor.

Yunanistan'da aşırı milliyetçilerin ve kilise çevrelerinin şiddetli tepkisine yol açmasına rağmen, 1821 dizisi Yunanistan'ın kendi tarihiyle yüzleşme cesaretini gösterdiği için Yunan eğitim standtarlarına göre bir devrim olarak algılanıyor.
bbc türkçe yaşam

1/17/2011

bodrum'da 10 milyon dolarlık arazi mirası için 620 varis tespit edildi

BODRUM (A.A) - Mütesellim Karaosmanzade Hacı Ömer Ağa'dan torunu Hacı Hüseyin Ağa'ya kaldığı belirtilen Bodrum'a bağlı Güvercinlik ve Sazköy'de milyon dolar değerindeki 375 dönümlük mirastan paylarına düşeni almak isteyenler için bilgilendirme toplantısı düzenlendi.

Alınan bilgiye göre, varislerin, 10 milyon doların üzerinde olduğu belirtilen arazilerden hisselerine düşen payları alabilmek için Kocaeli Sulh Hukuk mahkemelerinde açtığı dava sonrasında, 620 varis belirledi.

Bunun üzerine yaşanan gelişmelerin değerlendirilmesi ve mirasçıları temsilen 6 kişinin seçilmesi için Bodrum'un Mumcular beldesindeki düğün salonunda 620 varis ve yakınlarının katılımıyla toplantı düzenlendi.

Zaman zaman tartışmaların yaşandığı toplantı, jandarma ekiplerinin gözetiminde yapıldı.

12/22/2010

dışişleri bakanı osmanlı milletler topluluğu demedim

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bir ABD gazetesine söylediği iddia edilen “Osmanlı Milletler Topluluğu” yönündeki sözleriyle ilgili, “Ben hiçbir zaman bu yönde bir ifade kullanmadım” dedi.

Suriye Lideri Esad’ın Hürriyet’teki röportajında bu sözlere atıfta bulunduğunu anımsatan Davutoğlu, mağdur duruma düştüğünü belirterek şunları söyledi: “Hiçbir toplantıda, resmi görüşmede veya basınla temasımda, açıktan veya dolaylı ‘Osmanlı Milletler Topluluğu’ ve ‘Yeni Osmanlı’ gibi ifadeler kullanmadım. Hükümetimizin dış politika anlayışı, komşularla mutlak eşitlik, egemenlik ve ulus devletler temeline dayalı uluslararası hukuk esasında gerçekleşmektedir. Washington Post’ta çıkan yazıya gelince, orada belirtildiğinin aksine, ağzımdan milletler topluluğu, ‘commonwealth’ veya ‘Osmanlı Milletler Topluluğu’ tanımlaması çıkmadı. Orada şöyle bir soru soruldu; ‘Sizin komşu ülkelerle ve bölgelerle yoğun ilişkide bulunmanız Osmanlı’yı yeniden gündeme getirmek ve gizli bir gündeme sahip olmak gibi değerlendiriliyor. Buna ne diyorsunuz?’ Ben de şunları söyledim: ‘Osmanlı tarihte kalmıştır, tarihi bir öğedir. Ama bu ülkelerin bölgelerin ortak geçmişlerinden hareketle eşit egemen ve uluslararası hukuk çerçevesinde ilişkilerini yürütmesine engel değildir. Başka gündemimiz yoktur. Bu tür iddiaları kabul etmeyiz. Osmanlı Devleti’nde doğmuş ülkelerin her biri bugün bağımsız ve birbiriyle eşitlik temeline dayalı ilişkileri olan ülkelerdir. Geçmişte de sömürge bağlantısı yaşamamışlardır.’

Onlar sorgulanmıyor

Buna rağmen geçmişte ve bugün hâlâ sömürge geçmişi olan hatta coğrafi bağlantısı da bulunmayan İngilizler’in Commonwealth veya Fransızlar’ın Frankofon ülkeler yapısı sorgulanmazken, bizim yaptığımızı komşularla bu tür eşit egemenlik ilişkilerine dayalı ilişkilerimizi sorgulamak haksızlıktır. Gizli gündem konusunu ortaya atmak yanlıştır.
hürriyet gündem

10/04/2010

damat ibrahim paşanın torunları çırağanı istiyor

Damat İbrahim Paşa'nın mallarını istiyorlar Osmanlı Sadrazamı Damat İbrahim Paşa'nın soyundan gelenler, dedelerinin sahip olduğu 6 binin üzerindeki mal varlığı için İbrahim Paşa Vakfı kanalıyla dava açtı.

çırağan sarayını istiyorlar

Nevşehir Gazeteciler Cemiyeti'nde bir basın toplantısı düzenleyen ve kendisinin Osmanlı Sadrazamı Damat İbrahim Paşa'nın çocuklarının torunlarından olduğunu belirten diş hekimi Dr. Ayşe Zühal Saynaç, 1956 yılında, babası Atıf Saynaç aracılığıyla 1730 yılında ölen Damat İbrahim Paşa'nın soyundan gelen kişilerin bir araya gelmeye başladığını söyledi.

Bu amaçla hem babasının hem de kendisinin uzun yıllar çalışmalar yaptıklarını ve ilk aile toplantılarını geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiklerini belirten Dr. Saynaç, şu anda 100'ü aşkın aile bireyinin tespit edildiğini açıkladı.

Damat İbrahim Paşa'nın 1668 yılında o zamanki ismi Muşkara olan Nevşehir'de doğduğunu ve 1730'da meydana gelen Patrona Halil İsyanı'nda öldürüldüğü belirten Dr. Ayşe Zühal Saynaç, Damat İbrahim Paşa'nın Osmanlı İmparatorluğu döneminde birçok önemli işe imza attığını vurguladı.

Patrona Halil İsyanı

Damat İbrahim Paşa'nın İstanbul ve Nevşehir'de yaptırdığı eserler için iki ayrı vakıf kurduğunu ve sonrasında bu mallar için eşleri ve torunları tarafından kurulan vakıf sayısının 40'a ulaştığını ifade eden Dr. Ayşe Zühal Saynaç, bugüne kadar bu vakıflara ait 6 binin üzerindeki birçok taşınmaz malı tespit ettiklerini vurguladı.

İstanbul'da Bağbabali'deki Sübyan Mektebi ve Çağaloğlu'nda bulunan Fatma Sultan Mescidi gibi bazı taşınmaz malların aradan geçen yıllar içerisinde satılarak yıkıldığını belirten Dr. Ayşe Zühal Saynaç, şu anda Sübyan Mektebi yerinde modern bir iş merkezi, Fatma Sultan Mescidi yerinde ise defterdarlık binası bulunduğunu kaydetti.

Çırağan Sarayı'nın da Damat İbrahim Paşa Vakfı'na ait olduğunu iddia eden Saynaç, şimdi bu malların vakfa ait olduğunu ve bunlar gibi satılan vakıf mallarının tekrar vakfa iade edilerek mazbut vakıf haline getirilen vakıflarının yeniden mülhak vakıf olması için dava açtıklarını söyledi.
Davayı kazanmaları halinde Damat İbrahim Paşa'nın tüm mallarının vakıf aracılığı ile idare edileceğini ve buradan elde edilecek gelirin üçte birinin restorasyon çalışmalarına, üçte birinin fakir ve dar gelirlilere geriye kalan bölümün ise Damat İbrahim Paşa'nın soyundan gelenlere aktarılacağını belirten Dr. Ayşe Zühal Saynaç,

satılan vakıf malları

"Çırağan Sarayı'nın da hep bizim olduğu söylenir.


Bununla ilgili Osmanlı arşivinde bir belge buldum ancak bunun henüz tercümesi yapılmadı. Çırağan Sarayı'nı gezdiğinizde burada bir müze var. Bu müzede Çırağan Sarayı'nın yerinde Damat İbrahim Paşa'nın bir köşkü olduğuna dair belge var. Bunun için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Şu anda Damat İbrahim Paşa Vakfı'na ait olan mallar gerçek değerlerini almıyor.

Bu malların birçoğu kirada. Buradan elde edilen gelirler restorasyon çalışmalarına bile yetmiyor. Vakfiyede bulunan şartlara göre vakfın gelirin üçte birinin fakir ve muhtaçlara, üçte birinin vakfın mallarının onarımı için ve üçte birinin de torunlarına ve çocuklarına aktarılması şartı var. Ancak maalesef bu şartların hiçbirini devlet yerine getirmiyor" iddialarında bulundu.

Damat İbrahim Paşa'nın ölümünün 280. yılı nedeniyle Nevşehir'de toplandıklarını ve yine Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılan Kurşunlu Camii'nde bir mevlit okuttuklarını söyleyen Dr. Ayşe Zühal Saynaç, sayıları sürekli artan Damat İbrahim Paşa'nın soyundan gelen kişilerin dedelerinin eserlerini korumak için mücadeleye devam edeceğini vurguladı.
İHA