Dünya

Dünya
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10/20/2019

Trump'ın Mektubundan sonra Türkler Amerika ve Amerikan Başkanı hakkında ne düşünmüştür?

Türkler Amerika

Amerika Birleşik Devletleri başkanı Donald Trump'ın Erdoğan'a mektubu Amerika'da tartışma yarattı: 'Acaba Türkler Amerika ve Amerikan Başkanı hakkında ne düşünmüştür?' tartışması başladı.


Amerika Başkanı Donald Trump'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a 9 Ekim'de yazdığı ve bu hafta içinde ortaya çıkan mektup; içeriği, üslubu ve kamuoyuyla paylaşılma biçimiyle ABD'de büyük bir tartışma yarattı.

Mektubu ilk olarak Fox News sunucularından Trish Regan'ın Twitter üzerinden paylaştı. Birçok gazeteci, mektupta yer alan ifadelerin yarattığı şaşkınlık nedeniyle, doğruluğunu Beyaz Saray ile teyit etmeleri gerektiğini söylüyor.

Amerikan Başkanı hakkında

Mektupta, Trump, Erdoğan'a Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik askeri bir operasyona kalkışmadan, müzakere yoluyla bir anlaşma yapma çağrısında bulunuyor ve "Eğer bu işi doğru ve insani bir şekilde yaparsanız tarih de sizi iyi yazar. Eğer iyi şeyler olmazsa, sizi sonsuza dek hep bir şeytan olarak görürler. Sert adamı oynama. Aptallık etme! Seni sonra arayacağım" diyor.

BBC Türkçe'ye konuşan üst düzey bir hükümet yetkilisi, "diplomatik nezaketten yoksun" olarak tanımladığı mektubun, Erdoğan tarafından reddedilerek çöpe atıldığını söyledi.

MSNBC kanalının Baş Politika Analisti Nicolle Wallace, sunuculuğunu yaptığı "Deadline: White House" adlı politika tartışma programında, mektubun tam metnini okuduktan sonra, "Bu mektup o kadar acayip ki, Beyaz Saray'dan doğruluğunu teyit etmem gerekti" yorumunu yaptı.

Wallace daha sonra Ankara'da bulunan muhabirleriyle canlı bağlantı sırasında ilk olarak, "Türkler, şu anda Amerika ve Amerikan başkanı hakkında ne düşünüyor acaba?" sorusunu yöneltti.

'Trump'ın mektubunu şaka sandık'

Mektuptaki ifadelere duyduğu şaşkınlıktan sonra teyit ettirme ihtiyacı duyan bir diğer gazeteci CNN'in Washington Başmuhabiri Jack Tapper, dün canlı yayın sırasında, "Mektubu ilk gördüğümde şaka sandım, sahte olduğunu düşündüm. Sonra Beyaz Saray Sözcüsü'ne yolladım ve bana gerçek olduğunu söyledi" dedi.

şaka sandık

Aynı programda bu değerlendirme üzerine söz alan CNN Politika Muhabiri Sara Murray, olayın ciddiyetinden dolayı mektuptaki ifadelere gülmek istemediğini belirterek, bu mektubun Trump'ın birebir görüşmelerde dünya liderlerine nasıl yaklaştığını gösteren önemli bir örnek olduğunu ifade etti.

İngiliz Times gazetesinin Diplomasi Muhabiri Catherine Philip, "Şunu bir hazmetmemiz lazım: Trump'ın Erdoğan'a yazdığı gerçek bir mektubun, aslında şaka olduğunu sandık" dedi.

ABD'de iddia kontrolü ve doğrulaması yapan bazı yayınlar, Trump'ın Erdoğan'a gerçekten böyle bir mektup yazıp yazmadığıyla ilgili doğrulama incelemesi yaptı.

Amerikalı Tarihçiler ve uzmanlar: Utanç verici

ABD politikası uzmanları ve tarihçiler, başkanın bir başka ülke liderine yazdığı mektupların tamamının resmi belge statüsü kazandığını ve arşivlendiğini belirtiyor. Uzmanlara göre, normal şartlar altında mektuplar başkan tarafından, ekibinden bu tarz yazışmaları yapmakla sorumlu kişiye verilecek mesajlar anahatlarıyla anlatılır, bu mesajlar diplomatik yazışma teamüllerine uygun bir şekilde taslak halinde getirilir ve daha sonra hem Başkan hem de konuyla ilgili diğer yetkililerle paylaşıldıktan sonra nihai halini alır. Daha sonra da resmi bölge muamelesi görerek, gönderileceği yere iletilir ve arşivlenir.

Utanç verici

Uzmanlar ve tarihçiler, Trump'ın bu mektubunun bugüne kadar teamüllere aykırı olduğunu ve Başkan'ın başka kimseye danışmadan "mektubu dikte ettirerek, yazıp göndermiş gibi" göründüğünü söylüyor.

Eski Başkanlar George W. Bush ve Barack Obama döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulunan Kelly Magsamen, attığı Twitter mesajında, Trump'ın mektubunu "utanç verici" olarak nitelendirdi.

Magsamen, "ABD başkanı tarafından yabancı liderlere yazılmış bazı mektupların hazırlık sürecinde yer almış biri olarak, size bunun normal olmadığını söylemek isterim. Utanç verici" dedi.

New York Üniversitesi'nden ABD başkanları tarihçisi Timothy Naftali, normal şartlar altında başkanların kendileri adına metinleri kaleme alan yazarlar ve iletişim uzmanlarıyla çalışarak, "bir ABD başkanından beklenecek kadar dolu içeriğe ve zarafete sahip, titizlikle yazılmış metinler" ortaya çıkarmaları gerektiğini söyledi. ABD basınına konuyu değerlendiren Naftali, Erdoğan'a yazılan mektubun "bir amatörün elinden çıkmış" gibi göründüğünü belirtti.

ABD basınına mektubu değerlendiren Naftali, "Kendisine tavsiye ya da fikir verilmesini kabul edemeyen Trump, bugüne kadar selefleri tarafından korunan ve o koltuğa oturan kişinin ne kadar hatalı olursa olsun Amerikan başkanlığı makamının her zaman profesyonel kalmasını sağlayacak mekanizmaları da sistemli bir şekilde ortadan kaldırdı. Erdoğan'a yazılan mektup, Amerikan devletine ait olma özelliğini taşımayan ve bir amatörün elinden çıkmış bir ürün" dedi.

'Mafya babaları gibi tehditkar bir üslup kullanıyor"


Mektubun ortaya çıkma biçimi ve içinde kullanılan üslup da tartışma yarattı ve eleştiri topladı.

Vox'un Ulusal Güvenlik Muhabiri Alex Ward, mektubu "diplomasi tarihinin en hayret verici mektuplarından biri" olarak tanımladı.

Ward, nezaket ve başkanın iletişim kurallarının her birinin ihlal edildiğini belirterek, mektubu "saygısız, çirkin ve her türlü diplomatik nezaketten uzak" olarak tanımladı.

Washington Post'a bir makale yazan, George Washington Üniversitesi Öğretim Üyesi Henry Farrell ve Georgetown Üniversitesi Öğretim Üyesi Abraham Newman, Trump'ın kırmızı çizgilerini "mafya babalarını anımsatan tehditkar bir üslupla" belirlediğini yazdı.

Farrell ve Newman, Trump'ın mektubunda hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği tehditler savurduğuna da dikkat çekti.

Bloomberg analistlerinden Jonathan Bernstein de mektup konusunda kendisini en çok etkileyenin, Trump'ın bunu Kongre liderlerine dağıtacak kadar büyük bir başarı sanıp, yazdığı mektupla "böbürlenmesi" olduğunu belirtti.

Mektup, Trump'ın önceki gün Suriye konusunda Kongre liderleriyle yaptığı toplantıda Türkiye'nin askeri operasyonuna yeşil ışık yakmadığını ispatlamak için Erdoğan'a "ağır" bir mektup yazdığını söylemesinin üzerine ortaya çıktı.

Trump daha sonra, Temsilciler Meclisi'nde azınlık lideri Cumhuriyetçi Kevin McCarthy'den mektubun kopyasını masadakilere dağıtmasını istedi. Mektup Kongre üyeleriyle de paylaşıldıktan kısa bir süre sonra basına sızdı. KAYNAK: BBC Türkçe

10/16/2019

Kerpiç evleri ve tozundan başka bir şeyi olmayan Ankara nasıl başkent oldu

ankara kalesi çevresi

Birçok insan, Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı İstanbul’un, yeni devletin de başkenti olmasını istiyordu. 13 Ekim 1923’te, İsmet Paşa’nın imzasıyla verilen bir maddelik yasa önerisi, Meclis’te uzun tartışmalardan sonra kabul edildi. Yasa şöyleydi: ‘Türkiye Devleti’nin yönetim merkezi Ankara şehridir’. İstanbul basını, saray artıkları, gizli-açık karşıtçılar ve yabancılar yasaya karşın, Ankara’nın başkent olmasını istemediler ve gözdağı içeren görüşler ileri sürdüler.


Atatürk, kent olarak sevdiği İstanbul’da, varlığını hala sürdüren işbirlikçi birikimin gücünü biliyor, Anadolu’nun gerçek kurtuluşunun bu gücü dağıtmaktan geçtiğine inanıyordu.

Azınlıklar gitmişti ancak dışarıyla bütünleşmeye her zaman hazır olan devşirme anlayışı; iş çevrelerini, finans gücünü ve basını yönetmeyi sürdürüyordu.

ankara kalesi ulus

Ankara başkent olduğunda; Galata sarrafları devlet yönetimi üzerinde artık etkili olmayacak, asalak çıkarcılar bakanlıklara üşüşemeyecek, Avrupa, isteklerini Türkiye’ye artık kolayca kabul ettiremeyecekti.

Oysa, kerpiç evleriyle büyük bir köy durumundaki Ankara’yı, başkent yapmak hiç kolay değildi. 

Ancak, geleceğin Türkiyesini yaratmak, insanlara ruh ve direnç gücü kazandırmak ve yüzyıllardır ezilen Anadolu insanına özgüven vermek için, yeni Türk devletinin merkezi Ankara olmalıydı. Bunun anlamı, başkent belirlemenin çok ötesindeydi.

ulus bankalar caddesi

Başkentin İstanbul’dan Ankara’ya getirilmesinin öncülüğünü tek başına Mustafa Kemal yaptı. Anadolu’yu temsil eden Ankara halkı, Milli Mücadele’de ‘bağrını açmış’, en güç günlerinde ona bağlı kalmıştı. Seğmenler’in 28 Aralık 1919’da verdiği ve sonuna dek sadık kaldığı ‘yiğit sözünü’ unutmuyordu.

Yeni devleti, Anadolu’nun 'Türk geleneklerini canlı tutmuş, güvenilir insanları arasında kurmak istiyordu. Ankara, devrimin doğum sancılarını çekmiş, yeniliğin simgesi olmuştu. Kaygı dolu günlerin, işgal heyecanlarının, uykusuz gecelerin ve yeniliklere doğru uzanan yolların izlerini taşıyordu. Devrimci Mustafa Kemal, burada rahat ettiğini hissediyordu.

Ayrıca ruh yapısı olarak Ankara, Kurtuluş Savaşı içinde, eylemsel olarak başkent olmuştu zaten. Bunu, “Ankara kendisini merkez yapmıştır, istila onun kapısında durduruldu” sözleriyle dile getiriyordu.

ulus meydanı çevresi

‘Ankara’da kalmak gerekir’ diyerek, çok güç bir işe girişti. Hiç kimse İstanbul’u bırakıp, yoksunluklar içinde, sosyal yaşamı olmayan; evsiz, ışıksız, yolsuz, susuz ve kıraç bir Anadolu kasabasına gelmek istemiyordu.

İstanbul’da işsiz kalıp Ankara’ya memurluk bulmaya gelenler az değildi. Girişilen işin gerçek boyutunu kavrayamayan bu insanlar, her zaman geri dönme ümidiyle, ‘beş on memur, bir kerpiç odada yaşayarak’, dönmek için gün sayıyordu.

Ankara’da, ‘eski Türk mahallelerinin güzelliğinden ve Türk kentlerinin bilinen zerafetinden’ iz kalmamıştı. Burada artık, “ne çınarların gölgesinde kahveler, ne çağıldayan sularıyla havuzlu mekanlar, ne de aşkla işlenmiş bir mimarinin sanat hazineleri” vardı.

kızılay yenişehir sıhhiye

Atatürk, Ankara’nın, çağın gereklerine uygun olarak kurulup gelişmesi için çok uğraştı. Başkent kararından kent tasarımlarının hazırlanmasına, inşaatların yapımından kaynak yaratmaya, kültürel yapılanmadan yeşil alan oluşumlarına dek hemen her işle, her aşamada ilgilendi. Giriştiği işin, getirmeye çalıştığı yeni düzen için ne anlama geldiğinin bilincindeydi. Başarmak zorunda olduğu güç iş, kendisinden çok, kurmakta olduğu devlete saygınlık kazandıracaktı.

‘Bir devlete başkent seçmenin, bir orduya karargah seçmek olmadığını’, herkesten çok, o biliyordu. Kent yaşamı; geleneklerin zaman içinde yenilenip geliştiği ve ortak yaşam koşullarının insanlara kimlik kazandırdığı süreçler toplamıydı.

Kent ise, kuşaklar boyu oluşan kültür merkezleri, insanlar arası ilişkilerin yoğunlaştığı toplumsal yaşam alanlarıydı. İlişki yoğunluğu ne denli çok ve çeşitli ise, o yerleşim birimi o denli kentleşmiş demekti.

Konuyla ilgili herkesle tartıştı, edindiği bilgileri inceledi, yerli-yabancı uzmanlarla görüştü, yazanaklar (raporlar) hazırlattı. Geleceği olan bir yerleşim biriminin, ancak nitelikli bir tasarımla yaratılacağını biliyor, Ankara’ya kent tasarımcıları çağırıyordu.

Prof.Jonsen’e yaptırdığı imar planı, vurguncu (spekülatif) baskılara karşın, onun özel ilgisi sayesinde fazla ödün verilmeden uygulandı; Ankara gelişimine, tasarlı bir kent olarak başladı.

“Arsa vurgunu, kent planlarının baş düşmanıdır” diyor, arsa ticaretini önlemek için önlem aldırıyor, yakın çevresini o günlerin kârlı işi arsa ticaretine girmemeleri için uyarıyordu.

Plan gereği, kamu binalarının Bakanlıklar bölgesine toplanması söz konusu olunca, Meclis’teki spekülatörler uygulamaya karşı çıkmışlar, “bir hava saldırısı çıktığında hepsi yıkılır gider” gibi gülünç gerekçeler ileri sürmüşlerdi.

Konu ona iletildiğinde, karşı çıkışın amacını bildiği için gülerek, “hepsini ayrı yerlerde savunacağımıza, tümünü bir arada savunuruz” demişti. KAYNAK: kuramsal aktarım

10/09/2019

Atatürk neden 1927 yılına dek İstanbul’a gelmedi.

cumhuriyetin kuruluşu

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk neden 1927 yılına kadar İstanbul'a gelmedi yani Cumhuriyetin kuruluşundan 4 yıl sonra İstanbul'a gelmeyi tercih etti Kurduğu yeni devletin başkentini tüm olanaksızlıklara karşın, Anadolu’nun ortasına Ankara’ya aldı.



Atatürk İstanbul’un tarihten gelen karmaşık yapısını bilir. Kurduğu yeni devletin başkentini tüm olanaksızlıklara karşın, Anadolu’nun ortasına Ankara’ya aldı.

atatürk ve seğmenler

Bu bir kaçış değil, kendi deyimiyle “İstanbul’u bir ibret dersi manzarası olarak karşısına alıp, uzakta ona hakim bir noktada durmaktı.”
1927 yılına dek İstanbul’a gelmedi. Bu kent, Cumhuriyet’in ilanı başta olmak üzere Ankara’nın tüm yenilik atılımlarına karşı çıkışın merkeziydi.

26 Temmuz 1924’te, Bizans olarak tanımladığı İstanbul’da geçerli olan ilişkiler ağından ‘pislik’ diye söz eder ve Yakup Kadri’ye (Karaosmanoğlu) şunları yazar: “İstanbul, karışık yapısını adeta kaçınılmaz bir yargı gibi her zaman korumuştur. Değişen; yalnızca devirler, zaman ve biçimdir. Onun için yeni zamanlarda İstanbul’un gerçek yüzü, içinde yaşayanlara ümitsizlik veren bir karmaşa olmuştur. Ümitsizlik onun içindedir ve bu doğaldır...

atatürk düşünüyor

İstanbul’u bir ibret dersi manzarası olarak karşısına alıp, uzakta, ona hakim bir noktada duranlar ve onu incelemeyi sürdürenler için ümitsizlik var olamaz... Bir takım hizipler, ufukları aydınlık, (bugün için y.n.) karanlıklar içindeki bir çevrede, sinsi çıkarlar peşinde dolaşır.

Satılmışların elindeki basın, durmadan kötülükler saçmaktadır. Bizans’ın gereği budur, ‘Bizans’ budur. Güzel kalpli kardeşim Yakup Kadri Bey! İçinde bulunduğun ‘Bizans’ havasını zorlukla soluduğunu söylüyorsun.

atatürk istasyon

Bu çok doğaldır. O havanın, üzerinde bulunduğu yerin coğrafya ve topografyası nedeniyle en temiz, en saf, en ferah olması gerekirdi; ancak bunun tam tersi, senin solumada zahmet çektiğin bir yapıdadır. O hava, gerçek maddesi oksijen ve hidrojen ile kalmış olsaydı, soluyanlara acı değil, güç verirdi.

Yazık ki, o havaya asırların her türlü pisliği karışmıştır. Henüz yaşına basmayan Cumhuriyeti; kaç yüz, siz söyleyin kaç bin yıllık yönetim pisliğinin merkezi olan ve yüzeyde kalmayıp kaç bin yıllık derinliğe sinen pisliklerle iç içe yaşayan, bu yaşamı doğal hale getiren Bizans’la yönetmek (mümkün müdür? y.n.).Bizans’ın niteliğini değiştirmek için yapmaya mecbur olduğumuz işin önemi, büyüklük ve güçlüğünü düşünmek; herhangi bir sorun için herhangi bir karar vermeye harcadığımız emek, zaman ve çaba kadar değerli (değil y.n.) midir? Aziz Kardeş! Cumhuriyet Bizans’ı adam edecektir.

atatürk celal bayar

Cumhuriyet; pisliği, yalancılığı ve ahlaksızlığı huy edinmiş olması nedeniyle doğallığını, gerçek rengini ve paha biçilmez değerini yitiren Bizans’ı kesinlikle adam edecektir; doğallığına ve temiz haline döndürecektir. Bunu yapmak için uygulanacak yöntem, pisliklerle dolmuş toprakları derinden kazıyarak havaya uçurmak ve sularının temizlemesi için Karadeniz’i bütün dalgalarıyla birlikte Boğaziçi’ne akıtıp taşırmaktır”.7

İstanbul Anadolu’ya Nasıl Baktı


Osmanlı belgeliklerinde (arşivlerinde) İstanbul’un Anadolu’ya nasıl baktığını, bu bakışa uygun ne tür uygulamalar yapıldığını gösteren, bir bölümü yayımlanmış, pek çok belge vardır. Osman Nuri’nin Mecelle-i Umur-ı Belediye adlı kitabında yer alan bir padişah fermanı, çok ilginçtir ve “İstanbul-Anadolu” ilişkisini açık biçimde ortaya koymaktadır.

atatürk karşılama istanbul

Anadolu’yu adeta tehdid eden ve valilere gönderilen vergi fermanında şunlar söylenmektedir: “İslamiyetin başkenti olarak korunan İstanbul’da (makarr-ı hilafet-i İslamiye olan mahmiye-i İstanbul) yaşayanların, sıkıntı çekmemesi, rahat ve bolluk içinde yaşaması (taayyüşleriyle rahat ve refahiyetleri mezahime-i nastan himayet) gerekir.

atatürk istasyon karşılama

Taşra vilayetlerinin bayındır ve şenlikli (mamur ve abadan) olması dahi buna bağlıdır. Gönderilen evrakta yer alan buyruklarımızın yerine getirilmesi (evamir-i aliyyemle varide olan teklifatın edası), herkes için barış ve bolluk (herkeste suhulet ve vüs’at) fırsatı olacaktır”.8 Muhittin Birgen, “Anadolu’nun sömürülmesini” hiçbir şeyin bu ferman kadar ortaya koyamayacağını belirterek şunları söyler: “Anadolu’nun görevi çalışıp çabalayarak vergi vermek, İstanbullu’nun görevi de bunları afiyetle yemektir; genelge bunun çok açık bir belgesidir”.9

Günümüzün “İstanbul”u ile Devşirmeler


Kapıkulu-Devşirme anlayışı, Atatürk döneminde, duruma ayak uyduran bir biçime girmekte geç kalmadı. Hırsını ve tepkisini içinde saklayarak hemen Atatürkçü ve Cumhuriyetçi oldu! İşgal döneminde, Ankara’nın başarısız olması için elinden geleni yapmış, geleneksel davranışını göstererek yabancılarla bütünleşmişti. Bunlar, Atatürk ölene dek, karşıtlıklarını sessizce yürüttüler ve bir şey yapamadılar.

Bir bölümü yurt dışına kaçmış ya da çıkarılmıştı. Yüzyıllardan beri, Anadolu’ya karşı ilk kez bu denli açık bir yenilgiye uğruyorlardı.
Atatürk’ten, özellikle de 1945’ten sonra, yabancı etkisinin Türkiye’de artmasıyla birlikte yeniden ortaya çıktılar. Dini siyasetin aracı yaptılar, saltanat ve hilafet kalıntıları olarak gizli ya da açık örgütlendiler.

Dün, karaborsa ticaretiyle önemli servetler edinerek, savaş zengini oldular, bugün aynı işi devlet olanaklarıyla yapıyorlar. Uluslararası sermayeyle bütünleştiler ve Cumhuriyet düzenini ortadan kaldırdılar. Yeniden ülkenin ‘egemeni’ oldular. Bugün, ulusal varlık üzerindeki en büyük tehlike durumundadırlar. Türk ordusu 6 Ekim 1922’de İstanbul’u kurtardı ancak İstanbul bugün eski anlayışına geri döndü.

DİPNOTLAR

1 “İşgal Altında İstanbul” Bilge Criss, İletişim Yay., 3.Bas., 2000, sf.39
2 a.g.e. sf.39
3 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.137
4 “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.169
5 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.366
6 “Düzenin Yabancılaşması” Prof. İdris Küçükömer, Ant Yay., 1969, sf.179
7 “Zaman İçinde Bir Yolculuk” Attila İlhan, TRT/2 7.Kasım 2003 ve “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kitapevi, 8.Baskı, İstanbul-1983, 3.Cilt, sf.293
8 “Mecelle-i Umar-ı Belediye” Osman Nuri, 1922, 1.Cilt, sf. 355; ak. Prof. Z.Arıkan “Tarihimiz ve Cumhuriyet” Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, sf.181
9 “Kapıkulu, İstanbul, Anadolu” Muhittin Birgen; ak. Prof. Zeki Arıkan “Tarihimiz ve Cumhuriyet” Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, sf.181

Kaynak:https://kuramsalaktarim.blogspot.com/2019/10/6-ekim-1922den-6-ekim-2019aistanbul_5.html?fbclid=IwAR1Lwv4dH8-d53orySAWg0rzRsqxaWwd_O1j1-4dEBLpaZ4Oo2D4ArW_d88#more

11/20/2018

Diyarbakır'da leylekler telef olmasın diye kuleden yuva yapan çoban

Diyarbakır'da hayvansever çobanın leylekler yuva yapsın diye taştan ördüğü altı yedi metre civarındaki kuleler görenleri hayrete düşürüyor

kuleden yuva yapan

Diyarbakır’ın Çınar İlçesi’ne bağlı Ayveri Köyü’nde her yerde taştan kuleler dikkat çekiyor. İlk başta kimsenin anlam veremediği 6-7 metre yüksekliğinde ve bir mimarın elinden çıkmış gibi duran kulelerin yapılış amacı görenler bir hayli şaşırıyor.

mimarın elinden çıkmış

Sputnik'te Sertaç Kayar'ın haberine göre, Diyarbakır’ın Çınar İlçesi’ne bağlı Ayveri Köyü’nde çobanlık yapan ve kuşlara olan sevgisi ile ‘Kuşçu’ denilen Mehmet Salih Arslan leyleklerin yuva sorununa çözüm üretmek için harekete geçti ve çobanlık için gittiği her yerde onlarca kule dikti.

Hayvanların yuvasının olmadığını söyleyen Arslan ise, "Ben de onlara kule yapıyorum. Leylekler buralara geliyorlar ama yuvaları olmadığı için çok zorlanıyorlar. Bazıları elektrik direklerine yuva yapıyor, elektrik akımına kapılıp telef oluyor. İçim elvermedi ve taşlarla kule yaparak onlara yuva yapmaya başladım. Bahar aylarında geliyorlar ve hiç zorlanmadan yuvalara konup kuluçkaya yatıyorlar. Yaz ayları bitince de göç ediyorlar. Bu kuleleri yaptıktan sonra buraya gelen leyleklerin sayısı arttı” diyor.

Köylülerin ‘Değişik biri’ dediği Diyarbakırlı çoban, her yere taştan kuleler yapıyor



bir taş ustasıdır

Köylülerden biri Arslan için, “Hayvanlarına çok düşkündür. Aç kalmalarına, üşümelerine tahammülü yoktur. Hele biri hayvanlarına zarar verdi mi çılgına döner. Yaz aylarında köpeğinin patileri sıcaktan yanmasın diye ayağına çorap yapar. İyi bir taş ustasıdır aynı zamanda. Elinde 10 kiloluk balyozu ile kayaları parçalar ve onlarca kiloluk kayaları sırtında taşır. Elinden her iş gelir. Biraz değişiktir” diyor.

11/04/2018

Köpekler benim feryadımdan korkup kaçışıyorlardı

Muş Bulanık doğumlu Sait Korkmaz Ağrı'nın Doğu Beyazıt ilçesi Kazan köyüne tayin edildikten sonra terör örgütü PKK tarafından katledilen 150 öğretmenden biri. Şehit köy öğretmeninin öyküsü yürek burkuyor.

Şehit köy öğretmeni
1964 Muş Bulanık doğumlu Korkmaz, eğitim fakültesinden mezun olunca Ağrı'nın Doğu Beyazıt ilçesi Kazan köyüne tayin edildi. 29 Eylül 1994 tarihinde evini basan silahlı teröristler tarafından eşi ve kızının gözleri önünde kurşun yağmuruna tutuldu. Eşi Aklime Korkmaz o gece şu sözlerle anlatıyor:

"O akşam eşimle yemek yedikten sonra sohbet ettik. Hamileydim ve köydeki sağlıksız sular sebebiyle tifo kapmıştım.

Çok halsizdim, ayakta duramıyordum. O gün milli maç vardı. 


Kapının çok sert biçimde çalınmasıyla aniden uyandım. Kalktığımda eşim kapıyı açmıştı; elleri silahlı iki kişi vardı kapıda. ‘Hoca gel, sana bir şey diyeceğiz!’ dediler. Eşim yanlarına gitti, birden kurşun sesleriyle birlikte eşim ‘Aklime!’ diye bağırdı. Koşup, dışarının lambasını açtım. Havaya ateş ediyorlar sandım. Eşimi yerde can çekişirken görünce koşup sarıldım; ‘Beni de öldürün!’ diye bağırmaya başladım. Eşim ‘Korkma! Yaşıyorum ben!’ dercesine bana bakıp, işaret ediyordu sanki.

Kazan köyüne tayin

Başımdaki yazmayı sağ göğsündeki kurşun yarasına bastırıyordum, kan kaybetmesin diye. 


‘Ölme ne olur; doğacak çocuğunu gör!’ diye ağlıyordum. El fenerini alıp köye koştum, bütün kapıları çaldım. Kimse yardım etmiyordu. Köylüler beni kovuyor, ‘Git! Başımıza bela mısın?’ diyorlardı. Eşimin yanına koşup geldiğim zaman kızım ‘Ne oldu?’ diye bağırıyordu! Çaresizdim! Kızımı orda bırakıp tekrar köye gidiyordum! Köyün gençleri ve erkekleri yardım ederler, etmiyorlarsa kadınları yardım ederler diye umut ediyordum. Çaldığım her kapıya yalvarıyordum, ‘Ne olur biriniz bana at arabası verin! Eşimi şehre götürüp tedavi ettireyim. Eşim, sizin çocuklarınız için buradaydı!’ diye haykırıyordum.

 o gece köpekler

Yardım gelmeyince tekrar eşimin yanına döndüm. Başını dizime koydum. 

Eşim can veriyordu; dudaklarını suyla ıslattım. Kelime-i şehadet getirttim. Başının altına bir minder koydum; üstünü örttüm. En sonunda köy muhtarının kardeşi geldi, ‘Ölmüş kızım! Gel gidelim bize!’ dedi. Önce gitmedim, eşimin başında kalmak istedim. Sonra adamlar geri dönüp kızıma ve bana kötülük yapmak isterse diye düşünüp muhtarın kardeşinin evine sığındım. Şimdi düşünüyorum da evimizin köye uzak olmasından başka bir de aramızda dere vardı. Dört buçuk aylık hamile olduğum halde, kim bilir kaç defa göğsüme kadar sulara gömülüp köylülerden yardım istedim. Ben ki köyün vahşi köpeklerinden korkuyordum, o gece köpekler benim feryadımdan korkup kaçışıyorlardı. Çok çırpındım ama eşimi kurtaramadım.” (Şehit Mektupları kitabından alınmıştır.)

12/26/2017

Cumhurbaşkanı Erdoğan Sudan'ın Sevakin adasına neden talip oldu

BBC Türkçe'nin haberine göre Afrika ülkesi Sudan'ı ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinde fethetmiş olduğu Sevakin adasının restore edilmesi için talip oldu.

Sevakin adasına neden
Fahri doktora aldığı Hartum Üniversitesi'ndeki konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Port Sudan'dan Sevakin Adası'na geçtiğini belirtip "Orada TİKA'nın yapmış olduğu Hanefi ve Şafii mescitlerinin, camilerini restorasyonu var" dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu adayı bize tahsis etseniz de bu adayı tamamıyla şöyle bir restore etsek ve bu adayı tekrar tarihi şanına layık bir hale getirsek, dedim. Çünkü Sevakin Adası'nı bu halde görmek bizleri üzdü. Yer ile yeksan etmişler. Kim? Batı. Batı'nın karakterinde bu var. Oraları yer ile yeksan etmek suriyetiyle… Hamd olsun, şimdi yeniden restore etmek, ayağa kalkmak, kaldırmak bizlere nasip olduğu için ayrı bir memnuniyet içerisindeyim."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sevakin Adası'yla ilgili Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir'e 'ayrıca bir ricada bulunduğunu' söyledi ve "Böyle bir tahsis yapar da hemen biz burada işe başlarsak, bu adayı yeniden aynı resimlerdeki gibi ihya ederiz, inşa ederiz ve Sudan artık bununla iftihar eder" diye konuştu.

Sudan'ın kuzeydoğusunda Kızıldeniz kıyısındaki liman şehri, 1517'de Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethi ile Osmanlı topraklarına katılmış, Eritre, Cibuti ve Somali'nin kuzeyini kapsayan Habeş Eyaleti valileri burada ikamet etmişti.

Mısır Hıdivliği'ne 1865'te bırakılan Sevakin, 1882'de Türk denetiminden çıkıp İngiliz idaresine geçti, Sudan'ın İngiliz-Mısır idaresinden 1965 yılında bağımsızlığını kazanmasıyla da Sudan topraklarına dâhil edildi.

9/06/2017

İstanbul'daki Koç Üniversitesi Türkiye'den ilk 300'e giren tek üniversite oldu

İstanbul'daki Koç Üniversitesi Türkiye'den ilk 300'e giren tek üniversite oldu Sabancı ve Bilkent üniversiteleri ilk 400'de yer alırken, Atılım ve Boğaziçi üniversiteleri de ilk 500'de yer aldı.

Türkiye'den ilk 300'e giren tek üniversite oldu

İngiltere'de yüksek öğrenimle ilgili yayınlanan "Times Higher Education (THE)" dergisinin, "Dünyanın En İyi Üniversiteleri" listesinde Türkiye'den beş üniversite ilk 500'de yer aldı.

980 üniversitenin yer aldığı listenin zirvesinde İngiltere'deki Oxford Üniversitesi bulunuyor.

Türkiye'den ilk 300'e giren tek üniversite ise İstanbul'daki Koç Üniversitesi oldu.

Times Higher Education dergisi bu sıralamayı yaparken öğretim kurumlarının bilimsel araştırmalarını, uluslararası çalışma ve konumlarını, gelirlerindeki artışları ve istede geçen yıl bulunduğu sıralamayı göz önüne alıyor.

Sabancı ve Bilkent üniversiteleri ilk 400'de yer alırken, Atılım ve Boğaziçi üniversiteleri de ilk 500'de yer aldı.

Times Higher Education Sıralamasındaki En İyi 20 Üniversite

1 - Oxford University (İngiltere)
2 - Cambridge University (İngiltere)
3 - California Institute of Technology (ABD)
3 - Stanford University (ABD)
5 -Massachusetts Institute of Technology (ABD)
6 - Harvard University (ABD)
7 - Princeton University (ABD)
8 -Imperial College London (ABD)
9 -University of Chicago (ABD)
10 -ETH Zurich - Swiss Federal Institute of Technology (İsviçre)
11 - University of Pennsylvania (ABD)
12 - Yale University (ABD)
13 - Johns Hopkins University (ABD)
14 - Columbia University (ABD)
15 - University of California, Los Angeles (ABD)
16 - University College London (İngiltere)
17 - Duke University (ABD)
18 - University of California, Berkeley (ABD)
19 - Cornell University (ABD)
20 - Northwestern University (ABD)
Kaynak: BBC Türkçe

7/08/2017

Türkiye'nin diplomasız dahisi Gaziantepli Mennan ustanın ilginç hayat hikayesi

 Herhangi bir makineyi sadece 10 dakika inceledikten sonra aynısını yapabilen Uluslararası makine fuarlarına girmesi yasaklanan 9 Haziran 2015'de hayata veda eden Mennan ustanın ilginç hayat hikayesinden

Gaziantepli Mennan usta vefat etti
Türkiye'nin diplomasız dahisi Gaziantepli Mennan usta


Gaziantep’e bir Fransız gelir.
Tekstilcilere akıl verir:
“Makineleriniz yetersiz… Yenileyin, dünya pazarı sizin olsun”
En iyi makinelerin Fransa’da olduğunu söyler…
Kendi mallarını pazarlar.
***
Dinleyenler arasında bir usta vardır.
Kendine özgü lehçesiyle…
“Bu adam ne diy?” der.
Kafaya takar, makinenin resmine bakar.
Demiri eritir, çeliği büker, vidasını, motorunu koyar.
Fransızların 3 milyon Euro’ya satacağı makineyi…
50 bin liraya üretir.
***
Yerli piyasaya sunduğu yetmez.
Brezilya’ya kadar çeşitli ülkelere yaptığı makineleri gönderir.
Bu usta, Mennan Aksoy’dur.
Diplomasız dahi!
***

Mennan usta Yoksulluktan okuyamamıştır.

teçhizat fuarlarına girişi yasaklanmıştır.
Uluslararası makine, teçhizat fuarlarına girişi yasaklanmıştır.

 İlkokulu 9 yılda bitirmiş, bir daha eğitim görmemiştir.
Allah vergisi öyle bir akıl ve beceriye sahiptir ki…
Makineyi bir görsün, ertesi gün atölyesinde yapımı başlanmıştır.
***
Bu nedenle…
Uluslararası makine, teçhizat fuarlarına girişi yasaklanmıştır.
Mühendislerin, aylarca çalışarak tasarladığı makineleri, tek başına yapmaktadır.
El emeği ve tümü yerli malzemeyle.
İster ki…
Yerli sermaye gelişsin.
Boşa döviz ödeyerek, kazıklanmayalım.
***

 Mennan Usta, “ Çeliğe hükmetmeyen, hiçbir şeye sahip çıkamaz” derdi.
Öyle bir teknoloji üretti ki…
Yoğunluğu düşük triko yarattı.
Yazın serin, kışın sıcak tutan bir ürün.
Dünya peşinde koştu. Kapıştı.
***

Mennan ustaya TÜBİTAK ödüller verdi.

ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerde hocalığı düşünüldü.
Diploması yoktu!
Tasarımını cebinde taşıdığı tebeşirle, yere çizerek anlatırdı.
Aklına yetişmek mümkün değildi.
***
Gaziantep’te kanalizasyon atıkları büyük dertti.
Çamuru, kokusu şehri bezdirmişti.
Belediye yönetimi, dünyayı dolaşır, çareler arar.
Mennan Usta, “ Memleketteki ustalar öldü mü?” diye çıkışır.
Okumuş gençleri de alır, yanına…
“ Şöyle yapın, bu parçayı, şuraya takın” talimatıyla, kafasına göre sistemi kurar.

 Kanalizasyon çamuru alınır…
Kurutulurken, enerji üretilir.
Çıkan küller de asfalta, çimentoya katkı maddesi konulur.
Bugün…
Antep’te her gün çıkan 160 ton çamurun bertaraf edilmesi Mennan Usta’nın eseridir.
***
Mennan Usta, geçen hafta toprağa verildi.
Vasiyeti;
Gençler bilim ışığında yetiştirilsin.
İmkânlar verilsin, önleri kesilmesin.
TÜSİAD, onu şu sözleriyle tanıttı:
“Devlet at önüne et…
İt önüne ot atiy…
Burunsuza hızma…
Kulaksıza küpe veriy”

Yani devlette karmaşa bitsin, ne yapıldığı bilinsin.
***
Rahmetli Usta her şeyi çözerdi de…
Devletin işleyişine aklı ermeden gitti!

4/07/2017

Hollandalı Türklere Türkiye'den çıkış izni yok

Türkiye'ye Hollanda'dan tatil için Aile akraba ziyareti veya eğitim için gelen Türk kökenli Hollanda vatandaşlarına Türk makamları tarafından Yurt dışına çıkış izni verilmediği iddia edildi.

Türkiye'den çıkış izni yok

BBC Türkçe'den Yusuf Özkan'ın haberine göre Hollanda Televizyonu'na (NOS) göre, aylardır Türkiye'den çıkış yasağı uygulanan yüzlerce kişinin çoğu Fethullah Gülen taraftarı ve 15 Temmuz'daki darbe girişiminden sorumlu tutuluyor.

NOS'un haberine göre, Türkiye'de eğitim gören ya da aile ziyaretine giden çok sayıda Hollanda vatandaşının ülkeden çıkışına izin verilmiyor.

Hollanda Dışişleri: Ankara hükümeti nezdinde girişim başlatıldı


Hollanda Dışişleri Bakanlığı, kesin olarak 10 kişinin seyahat yasağı nedeniyle Türkiye'de mahsur kaldığını doğruladı.

Hollanda Televizyonu'na göre ise, Türkiye'den çıkmasına izin verilmeyen Hollanda vatandaşlarının sayısı yüzleri buluyor.

Dışişleri Bakanlığı, Türkiye kökenli Hollanda vatandaşlarının ülkeye dönebilmesi için Ankara hükümeti nezdinde girişim başlatıldığını açıkladı.

'Hollandalı bakan, Diplomatik krizle ilgisi yok'


Dışişleri Bakanı Bert Koenders, Türk otoritelerle üst düzey temaslarının sürdüğünü söyledi. Hollandalı bakan, bu olayın geçen ay Türkiye ile yaşanan diplomatik kriz ile ilgisi bulunmadığını vurguladı.

NOS'un haberinde, diğer Avrupa ülkelerindeki çifte vatandaşlığa sahip Türkiye kökenlilerin de benzer sorunlar yaşadıkları belirtildi. Haberde, kısa bir süre önce 10 kadar Almanya ve İsviçre vatandaşı Türkiyeli'nin de ülke dışına çıkışının engellendiğine yer verildi.

Siyasi partilerden sert tepki


Türkiye kökenli Hollanda vatandaşlarına yönelik yurtdışına çıkış yasağı, siyasi partiler tarafından tepkiyle karşılandı.

D66 Milletvekili Sjoerd Sjoerdsma, mahkeme kararı olmadan kişilerin seyahat özgürlüğünün engellenemeyeceğini belirterek, çifte vatandaşlığı bulunanların güvenli biçimde geri dönmesini istedi.

Sosyalist Parti Milletvekili Saadet Karabulut, yasak kararını "endişe verici" olarak değerlendirerek, Türkiye'nin hukukun üstünlüğü ilkesine uyulmadığını savundu.

Yeşil Sol Milletvekili Bram van Oijk da, yasak kararını "kabul edilemez" olarak değerlendirdi. Van Oijk, Hollanda ve Avrupa Birliği'ni Türkiye'yi protesto etmeye çağırdı. KAYNAK:BBC Türkçe

3/19/2017

Almanya istihbararatı "Darbeyi Fetönün yaptığına ikna olmadık"

Almanya'nın dış istihbarat teşkilatı Federal Haberalma Servisi'nin (BND) Başkanı Bruno Kahl Türkiye'nin 15 Temmuz darbesi konusunda darbeyi Fetullah Gülen örgütünün yaptığını çeşitli yollardan anlatmaya çalıştıklarını ancak kendilerinin ikna olmadığını iddia etti.

Darbeyi Fetönün yaptığına ikna olmadık
Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre Almanya'da Başbakanlığa bağlı dış istihbarattan sorumlu Federal Haberalma Servisi'nin Başkanı (BND) Bruno Kahl, haftalık Der Spiegel dergisine verdiği mülakkatta Ortadoğu, Rusya, IŞİD'le mücadele ayrıca Avrupa ile Türkiye arasında son dönemde yaşanan gelişmelere istinaden açıklamalarda bulundu. Kahl, ikili ilişkilerde her zaman "kötü dönemlerin yaşanabileceğini ancak haber alma teşkilatlarının, batının hukuk devleti prensipleriyle örtüşmeyen ülkelerle de işbirliği halinde olduğunu" belirtti. Kahl, "Sadece Türkiye'nin coğrafi konumu itibarıyla bile açık olan şey şu ki, bu kanalları kapatamayız" ifadesini kullandı.

"Türkiye Fetullah Gülen konusunda bizi ikna edemedi"


Türkiye Fetullah Gülen konusunda bizi ikna edemedi
Türkiye'nin 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Gülen yapılanmasının olduğu konusunda kendilerini “çeşitli yollardan ikna etmeye çalıştığını ancak bunun şu ana kadar gerçekleşmediğini” belirten Bruno Kahl, ancak darbe girişiminin "devlet tarafından kurgulanmadığını" söyledi. "15 Temmuz öncesinde de hükümet tarafından bir temizlik dalgası başlatıldığını" söyleyen BND Başkanı Bruno Kahl "Bu yüzden ordunun bazı kesimleri sıra kendilerine gelmeden darbe yapmak istedi. Ancak artık çok geçti, kendileri de temizlendi" dedi.

Bruno Kahl, darbenin devletçe tasarlanmamış olmasına karşın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından "memnuniyet verici bir mazeret" olduğunu ifade etti. Kahl, Spiegel'in "Gülen yapılanmasını aşırılık yanlısı İslamcı ya da terörist diye tanımlayabilir misiniz?” sorusuna "Gülen yapılanması dini ve seküler eğitim için bir araya gelmiş sivil bir oluşum. Bunlar arasında dershaneler, Erdoğan güçleriyle yıllarca ortak çalıştıkları eğitim kurumları var" cevabını verdi.


Fetullah Gülen hareketinin Almanya temsilcisi Conflict Zone'da


Almanya temsilcisi Conflict Zone'da
Fetullah Gülen yapılanmasını bir "tarikat" olarak tanımlayamayacağını zira bu tanımın Batı toplumlarında kullanıla geldiğini belirten BND Başkanı Kahl, Gülen yapılanmasının “önemsenemeyecek bir azınlık” olmadığını söyledi.

Federal Haberalma Servisi Başkanı Kahl, IŞİD'le mücadele konusuna da değindi ve Almanya ile Türkiye arasında son günlerde tırmanan gerilimin yansımalarının ne olabileceğine dair bir açıklama yapmak istemediğini söyledi. Ancak Kahl, Türkiye'deki gelişmeleri "hukuk devleti prensibi penceresinden bakıldığında rahatlatıcı olmaktan uzak olduğunu" belirterek, “Önemli olan ülkenin güvenlik alanındaki işbirliği içerisinde kalıp kalmayacağı" diye konuştu.

IŞİD'in giderek zayıfladığını ancak kendini göstermek için saldırılara devam edeceğini belirten Bruno Kahl örgütün mali kaynaklarının öngörülebilir bir süre içinde tükenmese de azalacağını söyledi. IŞİD'in kaybettiği topraklar nedeniyle halktan aldığı vergilerin azaldığını ayrıca petrol gelirlerinin de gerilediğini belirten Bruno Kahl, bunun silah ve askeri teçhizat alımını da zorlaştırabileceğini söyledi. KAYNAK: Deutsche Welle

3/12/2017

Hollanda Başbakanı Mark Rutte "Ya normal davran ya da git"

Hollanda'da 15 Temmuz darbe girişimini protesto ederken Gazeteciler ile kavga eden Türkler için "Defolup Türkiye'ye gitsinler" diyen Hollanda Başbakanı Mark Rutte, bu görüşünü seçim propagandasına da yansıttı.

BBC Türkçe'den Yusuf Özkan'ın 23 Ocak 2017 Tarihli haberi Mark Rutte, Hollanda'yı beğenmeyenlerin, değerlerine sahip çıkmayanların geldikleri ülkeye geri dönmesini istedi.
"Ya normal davran ya da git"
Rutte'nin 15 Mart seçimlerindeki en büyük rakibi olan Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders ise Başbakan'ı "yalancılıkla" suçladı. Benzer görüşleri en fazla dile getiren isim olan Wilders, "Orijinal her zaman daha iyidir" dedi.

Mark Rutte Gazetelere tam sayfa ilan verdi


Başbakan Rutte, 15 Mart'ta yapılacak genel seçimler için kampanyasına gazetelere verdiği tam sayfa ilanla başladı.

Rutte de, politikalarını İslam, göç ve yabancı karşıtlığı üzerine kuran en yakın rakibi Wilders gibi göçmenleri hedef aldı.

Başbakan, gazete ilanında, göçmenlere "Ya normal davran ya da git" diye seslendi.

Hollanda Başbakanı, "Eğer bu ülkeyi beğenmiyorsan çek, git! Bu senin seçeneğin değil mi? Eğer yaşadığın ülkede insanların birbirine davranış şekli seni bu kadar rahatsız ediyorsa, bir seçeneğin var, git! Burada olmak zorunda değilsin!" dedi.

Rutte, AD gazetesine verdiği demeçte, dini inancı gereği kadın eli sıkmayı reddeden bir göçmen belediye otobüs şoförünü haklı bulan Eşit Haklar Komitesi kararını eleştirdi.

Kararı "tuhaf bulduğunu" belirten Başbakan, kadın eli sıkmadığı gerekçesiyle otobüs şoförünü işe almayan kurumu haklı bulduğunu söyledi.

Rutte, "Hiçbir belediye otobüs şoförü tutup da 'kadın eli sıkmam' diyemez. Ben tam da bunun için isyan ediyorum. Bir çok insan da aynı duygular içinde. Çünkü bizim değerlerimize göre insanlar birbirinin elini sıkar" diye konuştu.
'Aşırı sağcı seçmenleri hedef alıyor'

Rutte, "Hollanda'daki özgürlükleri kötüye kullanarak kendi kültürünü dayatmak isteyenleri" de eleştirdi.

Hollanda Televizyonu'nun (NOS) Siyaset Muhabiri Xander van der Curlew'e göre, Rutte'nin göçmenler konusundaki çıkışı, kamuoyu yoklamalarına göre önde giden Wilders'in seçmenini hedefliyor.
"Ya normal davran ya da git"
Hollandalı gazeteciye göre, Rutte'nin bu görüşü yeni değil. Geçen Eylül ayında benzer bir görüşü Türkiye kökenli göçmenler için dile getirdi.

Türkiye'deki darbe girişimini protesto eden Türkiye kökenli bazı göçmenlerin NOS kameramanını tartaklaması üzerine Rutte, bunun Hollanda değerleri ile bağdaşmadığını belireterek, "Defolup Türkiye'ye gitsinler" demişti.
Wilders: Orijinal her zaman daha iyidir

Rutte'nin bu açıklamaları, siyasi rakipleri tarafından da eleştirildi. Yeşil Sol Parti lideri Jesse Klaver, Rutte'nin görüşlerini "şaşkınlıkla karşıladığını" söyledi.

Jesse Klaver, "6 yıl boyunca bencilliği ve kendi çıkarlarını özendiren Rutte'nin şimdi bizim değerlerimizin koruyucusu gibi açıklama yapması inandırıcı değil" dedi.

Hollanda Başbakanı'na en sert tepki ise, aşırı sağcı lider Wilders'den geldi. Göçmen karşıtı açıklamalarıyla bilinen Wilders, Twitter mesajında Rutte'nin kendisini taklit ettiğini ima ederek, "orijinal her zaman iyidir" dedi.

Rutte'yi "yalancılıkla" suçlayan Wilders, "Mark Rutte; açık sınırların, iltica tsunamisinin, toplu göçün, İslamlaşmanın, yalanların ve hilelerin adamı" görüşünü dile getirdi.

Wilders, tek sayfalık seçim bildirgesinde Hollanda'nın sınırlarını kapatarak İslam ülkelerinden gelen göçü önlemeyi ve ülkedeki camileri kapatmayı vaat ediyor. KAYNAK:BBC Türkçe

2/05/2017

Allah’a şükür bıyıklarımızı askerde bile kesmedik

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Su Kesintleri hakkında Bıyık örneği verdi “Kesilse zaten bıyığım olmazdı. ‘Bir yerde su kesilirse bıyıklarımı keseceğim’ demiştim” ifadesini kullandı.

askerde bile kesmedik

5 bin orman köyüne 5 bin gelir getirici orman kurulacağını açıklayan Eroğlu, “Artık ormanlarda sadece çam, sedir dikmek yerine gelir getirici ceviz, badem dikmek suretiyle köylülerimizin hayat standardını yükseltmek hepimizin boynumuzun borcu. Bakımı orman teşkilatına ait, geliri ise 49 yıllığına orman köylüsüne ait olacak” şeklinde konuştu.

Bir yerde su kesilirse bıyıklarımı keseceğim


Sık sık su kesintileri yaşanmasına rağmen Türkiye'de hiçbir ilde su kesntisi yaşanmadığını öne süren Bakan Eroğlu, "Kıbrıs’a su getiririz. Asrın projesidir, ama denizin altından gittiği için onu kimse görmez. Dağda faaliyet yaparız, görülmez. Baraj yaparız, gölet yaparız görülmez. Ama Kastamonu’da su kesildiği zaman millet bizi hatırlar. Allah’a şükür şimdiye kadar hiçbir ilde de su kesilmedi. Kesilse zaten bıyığım olmazdı. ‘Bir yerde su kesilirse bıyıklarımı keseceğim’ demiştim. Allah’a şükür bıyıklarımızı askerde bile kesmedik, yerinde” dedi. Kaynak: Cumhuriyet

2/03/2017

Türkiye Özgürlük sıralamasında Gambiya ile aynı düzeyde

Türkiye Freedom House tarafından 2016 yılı için yapılan araştırmanın sonucunda yayınladığı raporda Orta Afrika ülkelerinden Gambiya'nın ardından sondan birinci oldu

aynı düzeyde
Toplam 195 ülkenin ele alındığı, 'Popülistler ve Otokratlar: Küresel Demokrasiye Çifte Tehdit' başlıklı raporda son 10 yılda Türkiye, Orta Afrika Cumhuriyeti'nin ardından Gambiya ile özgürlüğün en şiddetli düştüğü ülkelerden oldu.

Türkiye'nin 2016 yılında 15 puan kaybettiği kaydedilirken, son 10 yılda ise puan kaybının 28 olduğu belirtildi.

Kurum, '2016'nın popülist ve milliyetçi hareketlerin demokratik ülkelerde güç kazanmasıyla küresel özgürlüğün arka arkaya düştüğü 11'inci yıl olduğunu' belirtti.

Raporda yer alan 195 ülkenin yüzde 45'ine tekabül eden 87 ülke özgür kategorisinde yer alırken, yüzde 30'u olan 59 ülke kısmen özgür, yüzde 25'i olan 49 ülke ise özgür olmayan kategorisinde yer alıyor.
aynı düzeyde
Finlandiya, Norveç ve İsveç, 100 puanla listenin ilk sırasında yer alırken Suriye ise listenin son sırasında bulunuyor.

En özgür ülkenin 100 puan aldığı raporda Türkiye 38 puanla kısmen özgür kategorisinde yer alıyor.
'11 ülke dikkati çekiyor'

2016 yılının dünya genelinde demokratik kurumların çöktüğü bir dönem olduğunu belirten rapor, özellikle 11 ülkenin dikkat çektiğini belirtiyor.
aynı düzeyde
Bu ülkeler arasında sadece Kolombiya'nın olumlu bir gelişme gösterdiği belirtilen raporda, Türkiye'nin olumsuz anlamda düşüş yaşayan 10 ülkeden biri olduğu vurgulandı.

Raporda, "Türkiye, Temmuz ayındaki darbe teşebbüsünün yarattığı güvenlik ve siyasi gelişmelere paralel olarak yaşanan geniş çapta tutuklamalar ve kamu çalışanlarının işten atılmasıyla düşüş eğiliminde" tespiti kullanıldı.
'Türkiye ile yapılan anlaşma utanç kaynağı'

Suriye'deki savaşın demokrasiler üzerine etkisiyle ilgili olarak raporda, IŞİD'den (Irak Şam İslam Devleti) kaçanların oluşturduğu mülteci akınının Avrupa ve ABD'de demokratik standartların düşmesine neden olduğu belirtildi.
aynı düzeyde
Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki anlaşmanın mülteci akınını durdurmasına rağmen mülteci karşıtı söylemin güç kaybetmediği belirtildi ve şu ifadeler yer verildi:

"Türkiye ile yapılan anlaşma, Türkiye zaten Kürt ayaklanması ve düzenli terörist saldırılarla mülteciler için güvenilmez bir liman haline gelmişken, Temmuz'da yaşanan darbe girişiminden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katıksız bir otoriterliği kucaklamasıyla derin bir utancın kaynağı oldu.

"Olağanüstü hal kapsamında 40 bin vatandaş tutuklandı, onlarca gazeteci işini yaptığı için hapse atıldı, yüzlerce basın kuruluşu ve sivil toplum kuruluşu kapatıldı, meclisteki üçüncü büyük siyasi partinin lideri ve temsilcileri tutuklandı, 100 binden fazla kamu çalışanı işten atıldı" ifadesine yer verildi. KAYNAK: BBC TÜRKÇE

10/22/2016

Neden Müge Anlı?

Irmak KupaATV'de Tatlı Sert programını sunan Müge Anlı'ya Canlı yayında itiraflarda bulunuyorlar işte bütün soruların cevabı haberin içeriğinde


BBC Türkçe'nin araştırma yaptığı haberin içeriğini okuyunca çok şaşıracaksınız Manisa'da işlenen bir çocuk cinayetinin katil zanlısındın ATV kanalının program yapımcısı ve sunucusu Müge Anlı'ya cinayeti itiraf etmesi sosyal medyada büyük tartışma yarattı.

#pedofilisuctur etiketi kısa sürede Twitter kullanıcıları arasında en çok konuşulan başlık oldu.

Bu tweet'lerin birçoğu Irmak Kupa adlı çocuğun katil zanlısına tepki olarak atılırken, çok sayıda twitter kullancısı da Müge Anlı'yı "cinayet itirafı" için tebrik etti.

3.5 yaşındaki çocuk, Manisa'nın Alaşehir ilçesinde 14 Ekim tarihinde kaybolmuştu.


Müge Anlı'nın canlı yayınına katılan baba Bilal Kupa'nın olay hakkında, komşularından şüphe duyduğunu söylemesi sonrası İstanbul'daki programa gelmeyi kabul eden zanlı, katıldığı ikinci yayının reklam arasında ölüm olayıyla ilgisini itiraf etti.

Kanal binasında gözaltına alınan zanlı tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Aslında bu, 'Müge Anlı ile Tatlı Sert' isimli programdaki ilk suç itirafı değil.


Peki Müge Anlı bu itiraflar nasıl gerçekleşiyor? Suç işlemiş kişiler neden böyle canlı yayınlara çıkmayı kabul ediyor?

Türkiye Psikiyatri Derneği eski başkanı Şeref Özer, bu tür itiraf örneklerinde iki durumun geçerli olduğunu ifade ediyor: "Biri zanlıları programa çıkartan durum, diğeri ise onlara bu itirafları yaptıran durum".

Özer, Manisa örneğindeki gibi zanlıların, programlara çıkış sebebinin, 'bilinçle' ilişkili olduğunu söylüyor. Özer bu kişilerin, "Eğer bu programa çıkmazsam çevrem suçlu olduğumu düşünür" psikolojisi ile bilinçli bir şekilde karar alarak bu programlara katıldıklarını ifade ediyor.

Şeref Özer, suç işlemiş kişilere böyle itirafları yaptıran durumun ise psikiyatri biliminde, "bilinç dışı hareketler" olarak tanımlandığını söylüyor. Kişinin, işlediği suçun baskısından kurtulmak için "bilinci dışında" hata yapmaya yönelebildiğini, cezalandırılmak isteyebileceğini anlatıyor

Özer, canlı yayınların da zanlılar üzerinde 'polis sorgu odası baskısı yaratabildiğinin' altını çiziyor.

5/25/2015

Gündüz uykusunda aynı odada ard arda ölen 3 çocuğun esrarengiz ölümleri aydınlatılamadı

Aile Lanetli evi terk edip akrabalarının yanına taşındı

Kars Arpaçay'da Güler ailesinin 3 çocuğu ard arda esrarengiz bir biçimde hayatlarını kaybetti


Baba Hacı Güler'in bir süre önce gecekonduya yeni odada gündüz uykusuna yatan 5 aylık Gözde 3,5 yaşındaki Aybüke ve 5 yaşındaki Enes bilinmeyen bir nedenle birer ay arayla vefat etti Dört ayda 3 evladını kaybetmenin acısını yaşayan çiftin sadece geriye 6,5 yaşındaki Irmak kaldı.

Aile Lanetli evi terk edip akrabalarının yanına taşındı


Baba Hacı Güler ölümlerin kısa süre önce inşaa ettiği yeni odada yaşandığına dikkat çekiyor yaşananlardan sonra Lanetli odayı ve evi terk edip akrabalarının yanında yaşayan aile kesin ölüm nedenlerinin belli olması için 3 çocuğa yapılan otopsinin sonucunu bekliyor.

3/13/2015

Fırından aldığı ekmeği yerken kalbine saplanan jilet yüzünden yaşam mücadelesi veriyor

Marmara Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldı 10 saatlik bir ameliyat geçiren Sarıboğan'ın hayati tehlikesi devam ediyor.

Fırından aldığı ekmeği yerken kalbine saplanan jilet yüzünden yaşam mücadelesi veriyor Devlet hastanesine götürülen Osman Sarıboğan taburcu edildi Tavsiye üzerine Marmara Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldı 10 saatlik bir ameliyat geçiren Sarıboğan'ın hayati tehlikesi devam ediyor.


Darıca'da Farabi Devlet Hastanesi'ne gittik. 'Hiçbir şey yok' diye eve gönderdilerMarmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırılan Sarıboğa'nın hayati tehlikesi sürüyor. Darıca'da yaşayan Sarıboğa ailesinin iddiasına göre, Osman Sarıboğa, mahalledeki ekmek fırınından aldığı ekmeğin içerisine tavuk koyarak yemeye başladı. Ancak Sarıboğa, ekmeği yutarken göğsünde bir sıkıntı hissetti. Eşi Dilek Sarıboğa, eşinin tavuk kemiği yuttuğunu düşündü. Ancak kendisini kötü hisseden Osman Sarıboğa'nın sıkıntısı artınca, aile önce Darıca Farabi Devlet Hastanesi acil servisine, oradan da Pendik'teki Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne gitti. Hemen ameliyat edilen Osman Sarıboğa, ardından yoğun bakımda tedavi altına alındı.

Osman Sarıboğa'nın eşi Dilek Sarıboğa o gün yaşadıklarını şöyle anlattı:


"Pazartesi günü öğlen bir fırından ekmek aldım. Ekmeğin içinden bir jilet çıktı. Jilet eşimin içindeki organları parçaladı. Kalbine saplandı. Şu anda hayati tehlikesi var. Darıca'da Farabi Devlet Hastanesi'ne gittik. 'Hiçbir şey yok' diye eve gönderdiler bizi. Oradan bir arkadaşımız, 'Marmara Üniversitesi Hastanesi'ne gidin' dedi. Hastaneye gece saat 02.00'de geldik. Hemen ameliyata aldılar. Ameliyattan ertesi gün öğle saat 12.00'de çıktı. Hayati tehlikesi devam ediyor." Aile, ekmek aldıkları fırını ve Darıca Farabi Devlet Hastanesi'ni mahkemeye vereceğini belirtti.

2/27/2015

Manisa Akhisar'da yakılarak öldürülen kadının katil zanlıları sağır ve dilsiz Ana kız çıktı

Manisa Akhisar'da Zeytinlikte yakılarak öldürülen kadının katil zanlıları sağır ve dilsiz Ana kız çıktı cinayeti çözen dedektifler Cinayeti araştırdıkça hayretler içinde kaldılar nedeni ise aynı şekilde öldürülerek toprağa gömülmüş bir erkek cesedi daha bulunması idi.


Cinayeti araştırdıkça hayretler içinde kaldılar nedeni ise aynı şekilde öldürülerek toprağa gömülmüş bir erkek cesedi daha bulunması idi.

Her şey geçen pazar günü Akhisar Cumhuriyet Mahallesi Su yolu Mezarlığı Mevkii'ndeki zeytinliğin sahibinin buradaki barakada, 20 yaşının üzerinde olduğu sanılan, yakılmış bir kadın cesedi görmesiyle başladı. İzmir Adli Tıp Kurumu'nda yapılan incelemede, cesedin yüzde 90'ının yanması nedeniyle nasıl öldürüldüğü belirlenemedi. Ayrıca yine aynı nedenle, ölen kişinin tecavüze uğrayıp uğramadığı da tespit edilemedi.

Polis bu cinayeti çözmek için kayıplar listesinde bulunanları araştırdı ve tüm ipuçlarını değerlendirdi. Günler süren bu çalışmaların ardından dün Akhisar'da oturan üçü de sağır ve dilsiz 43 yaşındaki Selda K., kızı 20 yaşındaki Saadet K., aile dostları D.D. gözaltına alındı. Selda K.'nın yine sağrı ve dilsiz olan oğlu 20 yaşındaki Selim Burak K.'ya ise ulaşılamadı.

İşaret dili tercümanı aracılığı ile ifadeleri alınan şüpheliler dün akşam saatlerinde önce yanmış kadın cesedinin bulunduğu yere, ardından Hashoca Mahallesi 67 Sokak'taki evlerine götürüldü. Şüphelilerin evlerinde Olay Yeri İnceleme ekipleri bir dizi çalışma yaptı ve önemli ipuçlarına ulaştı.
Yanmış kadın cesedinin bulunduğu bölgede ikinci bir ceset olduğu belirlenince, bu bölgede aramalar yoğunlaştı. İlk cesedin bulunduğu yere 100 metre uzaklıkta tarlada gömülen bir kişinin kemikleri bulundu. Kemikler buradan alınarak İzmir Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

Soruşturmada, geçen hafta kaybolan Seferihisarlı sağır ve dilsiz 21 yaşındaki Emine Girginer'in ailesiyle temasa geçildiği, genç kızın İzmir'e gittiğini söylediği ve kaybolduğu andan itibaren kendisin haber alınamadığı bilgisine ulaşıldı. Akhisar Otogar ile ilçe çarşısındaki bazı işyerlerini güvenlik kameraları incelendiğinde kayıp Emine Girginer ile şüphelilerden Selda K.'nin birlikte yürüdüğü görüntülerle tespit edildi. Bunun üzerine evine yapılan baskında Selda K., kızı Saadet K. ve aile dostu D.D. gözaltına alındı. Selda K.'nın oğlu Selim Burak K.'ya ise ulaşılamadı.

Genç kızı elleriyle boğarak öldürdüğünü söylediği


Ülke genelindeki kayıp kadınlarla ilgili çalışma başlattık.

İşaret dili tercümanı aracılığıyla ifadesi alınan Selda K., önce suçlamayı kabul etmedi sonra itirafta bulundu. İzmir İşitme Engelliler Okulu'nda tanıştığı Emine Girginer'in yanlarına geldiğini, kendilerine 'o….sunuz' diyerek küfür ettiğini ileri süren Selda K.'nın çıkan kavgada sinirlerine hakim olamayarak genç kızı elleriyle boğarak öldürdüğünü söylediği öğrenildi. Yine sağır ve dilsiz olan kızı Saadet K.'nin de sorguda, annesiyle birlikte cesedi elektrikli motosiklet yardımıyla taşıyıp, evlerine yaklaşık bir kilometre uzaklıktaki zeytinliğe götürüp benzin dökerek yaptıklarını söylediği belirtildi.
Cinayetin işlenmesinin ardından bilet alıp İstanbul'a gittiğini belirten Saadet K.'nin burada bir yakınlarının evinde üç gün kaldıktan sonra ilçeye döndüğü de söylediği kaydedildi.

Ülke genelindeki kayıp kadınlarla ilgili çalışma başlattık.


Manisa Emniyet Müdürü Tayfur Erdal Ceren, çifte cinayeti çözdüklerini, DNA sonucu henüz alınmamış olsa da şüphelilerin suçlarını itiraf ettiğini söyledi. Ceren, şunları söyledi: "Ülke genelindeki kayıp kadınlarla ilgili çalışma başlattık. Sonra Seferihisar'daki kızın adına ulaştık. Kayıp kız ile Akhisar'daki kişilerin bağlantısını güvenlik kamerası görüntülerinden belirledik. Güvenlik kameralarının ne kadar önemli olduğunu daha önce de söylüyordum, tekrar hatırlatıyorum. Cinayeti çözdük. DNA sonucu henüz elimize ulaşmamasına rağmen zanlılar sorgularında suçlarını itiraf etti. İkinci bir cinayeti de sorguda ortaya çıkardık. Onun da elde ettiğimiz çene kemiği ve dişlerini DNA için gönderdik. Ekiplerimiz çok iyi çalıştı. Cinayeti çözeceğimize söz vermiştim. Yerine getirdiğim için mutluyum.".dedi Kaynak: Cumhuriyet